İlk Baskı İçin Önsöz
Şüphesiz ki her bir kitabın yazılma serüveni ve safhaları vardır. Yine her kitabın geçmişinde yazarında yazma heyecanı ve isteği uyandıran, daha eser ortada yokken zihninde tohum vazifesi gören olaylar, rastlantılar veya yaşanmışlıklar bulunur. Tıpkı bu kitabın olduğu gibi…
Henüz on yedi yaşımdayken şu an okuduğunuz kitabın yazılma sebeplerinden sayılabilecek ve hafızamdan hiç çıkmayacak gibi görünen bir olay yaşadım. Hatırlayamadığım bir mevzuda, iş yerindeki ustama “Atatürk yanılmış olamaz mı?” diye sorup karşılığında, bana kendimi idam mahkûmu gibi hissettirecek “Bunu başka yerde söyleme, seni asarlar!” cevabını alınca çok tuhaf olmuştum.
Bir diğer hadise de şuydu; 2007 yılında askerliğimi yaparken komutanımın bana, “Atatürk hakkında ne düşünüyorsun?” diye sorduğunu hatırlıyorum. O zaman kaynaklara ulaşamadığımdan ve emir altında bulunduğumdan münakaşaya giremedim. Ancak soruyu cevapsız da bırakmadım. Komutanımdan izin isteyip askeriyenin kütüphanesinden Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya isimli eserini getirdim ve az sonra sizin de göreceğiniz bir sayfayı1 açıp lütfen okuyunuz dedim. Komutanımın gözlerindeki ürpertiyle karışık o hayret dolu ifade ile kitabı sür'atle kapaması, yıllar sonra bu satırları yazarken bile hâlâ gözümün önünde bir alev gibi parlıyor. Bu anıyı unutulmaz yapan ise onun “Sakın bunu kimseye gösterme.” sözlerine “Herkesin haberi olacak komutanım.” diye verdiğim cevaptır.
Elbette ki bir iki sıra dışı örnekten hareketle genellemeler yapmak mantıklı değildir ve bizi sağlıklı sonuçlara ulaştırmaz. Ancak zaman içinde yazılı ve görsel basında karşılaştığım buna benzer bazı hadiseler, toplumda her ne kadar Atatürk sevgisi mevcutsa da zihnimizi yönlendiren daha derinlerdeki asıl duygunun Atatürk korkusu olduğu kanaatini bende uyandırdı. İşte bu korkudur ki Atatürk’ü anlamayı da anlatmayı da engelliyor.
Atatürk, hakkında en çok kitap yazılan ancak en az tanınan liderlerden biridir, belki de birincisidir. Atatürk’ü anlamak Kemalist ideolojiyi veya Atatürkçülüğü anlamaktır, onu anlamamak Kemalizm’i de anlamamaktır. Kemalizm’in çok tartışılan ama asıl belgelerine yeteri kadar başvurulmayan en çetrefilli konusu din ile olan ilişkisidir.
Bu konuda konuşup yazıyorsanız aşırı duygusal bağnaz tepkilerle2 “Atatürk düşmanı, Atatürk karşıtı, falanın ajanı” gibi çeşitli yaftalama ve sataşmalarla karşılaşacağınızı aklınızdan çıkarmamalısınız. Bunun sebebi, sevgisini tabuya dönüştüren şartlanmış kişilere doğruları anlatmanın görme engellilere renkleri anlatmaktan daha güç olmasıdır. Gerçekten de Atatürk “anlatılması zevkli ancak yazılması çok zor” bir kişidir.3
Bizce onun anlatılmasının zor olması, Türk toplumunun Atatürk’ü konuşmaya henüz müsait olmamasındandır. Bizler Atatürk’ü tartışmayız, onu tartışanları tartışır ve onları mahkûm ederiz. Atatürk’ün etrafında oluşturulan mitler; onu hatasız, kusursuz ve eşsiz kabul etmemiz hiç kimsenin tartışmaya açmayacağı ve açamayacağı “Atatürk’e İman”ı ya da “Atatürk Mitolojisi”ni doğurmuştur. Buna giyotin gibi boynumuzun üzerinde bulunan Atatürk’ü koruma kanununu4 da dâhil ettiğimizde, her an başımıza bir şeyler gelir endişesi ile sessiz kalmayı tercih ediyoruz, “çarpılmaktan" korkuyoruz.
Şimdiki görünüm maalesef bu.
Bütün bir Kemalist devrim, bu devrimi sahiplenenler ve temsil edenler varlık âlemine, ilerleme ve kalkınmaya Atatürk’ün penceresinden bakmaktadır, onun bakış açısı belirleyici konumdadır. Hatta denilebilir ki Atatürk, elinde baton/çubukla icra edilecek besteyi yöneten orkestra şefi gibidir. O, neyin nasıl kabul edilmesini istiyorsa devletin bütün kurumları ona göre duruşunu belirlemek zorundadır. Şefin çatlak sese tahammülü yoktur, tek sesli koro gibi herkes aynı besteyi terennüm etmelidir.
Çalışmamıza “Atatürk’ün Kaleminden Yaratılış ve Din” adını verdik. Atatürk’ün yaratılış ve din kavramlarına getirdiği açıklamalar, yok sayılan ve sürekli üzeri örtülen el yazıları ve düşünceleri, eğitim müfredatı, devlet yönetimi ve toplum üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu izleri araştırıp belgeleriyle ortaya koymak yakın tarihimizin daha doğru anlaşılması ve karanlıkta kalan yönlerinin aydınlatılması noktasında fazlasıyla öneme sahiptir.
Konu ile ilgili yıllar içinde pek çok eser yazılmış ve bundan sonra yazılmaya devam edecektir. Bizim aynı konuyu işlememizi gerektiren sebep, Atatürk’ün dinle münasebeti hakkında önceki kitapların birbirinin tekrarı olan -ki çoğu uydurma- anılar, anlatılar ve yorumlar içermesidir. Biz bu tekrarın dışına çıkıp geçmişin eleştirisini yapmak sureti ile asıl belgelere müracaat ederek dikkatleri konunun gözden kaçırılan yönlerine çekmek istiyoruz. Bu eserin amacı öncekilerin tekrarı değil, yapılan tekrarın belgeler ışığında eleştirisidir.
Başlığı özenle seçtiğimizi belirtelim; “Atatürk’ün Kaleminden” ifadesi, kendisinin yazdığı/yazdırdığı veya onayladığı belgelerin, meclis kayıtları gibi devletin resmi yayın organlarında ya da dönemin basınında yer almış konuşmalarının birinci kaynak olarak çalışmamızın merkezinde bulunduğunu gösterir. “Mustafa Kemal’in Kaleminden” de diyebilirdik ancak onun dini kanaatlerinin olgunlaşıp şekillenmesi, Mustafa Kemal’den Atatürk’e geçiş yapması ile eş zamanlıdır. Bu dönüşüm pek çok şeyi değiştirmekle birlikte bulanık gibi görünen din mevzusundaki fikirlerini de netleştirmiştir. Samimi ve özgün kanaatleri onun Atatürk olma yolunda ilerlerken ve Atatürk olduktan sonraki ifadeleridir, belirleyici olanlar bunlardır. Mustafa Kemal olarak söyledikleri ile Atatürk olunca yaptığı konuşmalar aynı değildir.[^5]
Önce “Yaratılış” yani maddenin oluşumu ve gelişimi, sonrasında insan üretimi görülen kültürel bir kurum olarak “ve Din” kavramı gelir. “ve İslam” şeklinde bir başlığı tercih etmedik çünkü Atatürk sadece İslam üzerine konuşmamış genel olarak din kavramının tarihsel gelişim safhalarını da ele alacak şekilde yorumlar yaparak diğer dinler ve kutsalları üzerine de açıklamalarda bulunmuştur. Konu akışında başlıktaki sıralamaya sadık kalmaya çalıştık. Atatürk’e göre önce maddenin evrimi ve varlık âleminin oluşumu vardır, daha sonra canlıların evrimi ve insanın varlık sahnesine çıkışı gelir. Bütün bunların ardından insanlığın ekonomik, kültürel ve düşünsel alanlarda belli bir zihinsel gelişim düzeyine ulaşmasına paralel olarak ortaya çıkan din adamları, tanrılar, dinler vardır.
Ona göre insan doğadan ayrı değil onun bir parçasıdır, doğanın bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Yine onun düşüncesi, insanın evrenin üzerinde ya da dışında kadiri mutlak bir güç ya da güçler tarafından var edilmeyip kimyasal ve fiziksel şartlar doğrultusunda tabiat tarafından yaratıldığı yönündedir.
Atatürk dinlere insanların oluşturduğu sosyal kurumlar olarak bakar, zamanla dinlerin de evrilerek insanlığın ayağına takılmış prangalara dönüştüğü, bu yüzden de ilerleme yolunda engel olduğu sonucuna ulaşır.
Atatürk düşüncesinde nebiler tarih içinde toplumsal şartların ürettiği reformist/inkılapçılardır. Ona göre Muhammed (as) Allah’ın elçisi değil ama devrinin en mühim yenilikçisi ve teokratik imparatorluğun kurucusu olan Arap filozofudur. İslam’a “Muhammed’in neşrettiği din” diyen Mustafa Kemal’e göre Arapçılık ideolojisi olan İslam, ihtiraslarının esiri olan yöneticiler tarafından art niyetli bir şekilde işgal hareketlerine zemin hazırlamak için kullanılmış, Türklük duygularını zayıflatmış ve nihayet miadını doldurmuştur. Atatürk diğer dinler hakkında da benzeri olumsuz yorumlar yapar.
Biz, çalışmamızda onun bu düşüncelere nasıl ulaştığını, nerelerde ilan ettiğini, yaratılış ve din kavramına yüklediği anlamların resmî yazışmalarda nasıl yer bulduğunu, eğitim müfredatı ve devlet yönetiminde bıraktığı etkilerin neler olduğunu belgeler ışığında tartışıp anlamaya çalıştık.
Uzun soluklu bu çalışma elbette kolay olmadı. İlerleyen kısımlarda daha da net göreceğiniz üzere ciltler dolusu kitabı inceleyip en sağlam kaynaklara ulaşmak için çok gayret gösterdik. Mübalağasız ifade edebilirim ki bazı kitapları 7-8 yıl aramam gerekti. Bu yüzden de kitap yazmanın zihinsel anlamda bir gebelik süreci olduğuna ve her kitabın, yazarının sancılarla doğurduğu çocuğu olduğuna inanmaya başladım.
Burada kitabın yazımında nelere dikkat ettik, kısaca bahsetmek yerinde olacaktır:
-
İlk kıpırdanmaları 2003 yılına kadar giden bu çalışma için öncelikle hangi kaynaklardan yararlanmamız gerektiğine karar vermeliydik. Atatürk’ün lehine ve aleyhine uydurmalar, çarpıtmalar ve tahriflerle dolup taşan kâğıt israfı ve birbirinin kopyası sözüm ona kitapları belge olarak kullanamazdık. Bir araştırmanın namusu ve bilimselliği araştırılan kişi ya da kurumu karşıtlarının ağzından değil kendi eserlerinden tanımakla ölçülür. Atatürk’ün altına imza atmadığı ya da ağzından dökülmeyen hiçbir şey ona ait olmayıp, Atatürk’ü tanıma ve tanımlama noktasında asla delil teşkil etmez.
-
Bu sebeple Atatürk üzerine yaptığımız çalışmada Atatürk’ün kendi ağzından çıkan ya da el yazılarıyla satırlara döktüğü ifadeler (Medeni Bilgiler, İslam Tarihi Notları, Türk Tarihinin Ana Hatları) bizim için ana kaynaktır. Yine temellerini attığı Tük Dil Kurumu, Tük Tarih Kurumu gibi ciddi müesseselerin kendisi hayattayken yayımladığı ilgili eserler öncelikli tercihimiz oldu. Özellikle 1930’lu yılların başından ortalarına kadar eğitim müfredatında yer alan ders kitapları da (Yurt Bilgisi, Tarih, Biyoloji, Edebiyat, Kıraat, Sosyoloji vs.) bizim için güvenilir kaynak durumundadır. Okuyucu ilerleyen sayfalarda daha detaylı bilgilendirilecektir.
-
Sadece Atatürk’ün yazdıkları ile yetinmedik; onun okuduğu kitapları, dikkatini çekip altını çizdiği satırları da inceledik. Neticede okuduğu bu kitaplar Atatürk’ün zihnini şekillendirmiş, genç kuşakların eğitimi için eğitim müfredatına dâhil edilmiştir. Atatürk’ün düşünce dünyasını etkileyen yabancı filozof ve fikir akımlarına da ilgili başlıklar altında temas ettik.
-
Bahsi geçen belgeleri ilk gören biz değiliz, bizden önce de bu konuda yazanlar, okumalar yapanlar mutlaka vardır ve bundan sonra da olacaktır. Bu sebeple konumuzla direkt ya da doğrudan bağlantılı olduğunu düşündüğümüz yüzlerce saat konferans, seminer, sempozyum ve TV programını izleyip not almayı ihmal etmedik. Bu programların tamamı Kemalizm’e gönül vermiş ve Atatürk üzerinde araştırmaları olan düşünür, yazar ve gazetecilere aittir. Yine çalışmamızı yaparken Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarının eserlerine de müracaat ettik. Zira Atatürk’e hem tarih hem de düşünce olarak fazlası ile yakın olan, onu en iyi anlayan Kemalist devrimin en önde gelen isimlerinden faydalanmamak kitabın en büyük eksiği olurdu.
-
Hakkında en çok yalan üretilen liderlerin başında gelen Atatürk’ün dine bakışını ele almak hakikaten zordur. Meselenin zorluğu, bulutun güneşi kapatması gibi yalanların konunun üzerini örtmesinden kaynaklanmaktadır. Yalanın karşısına belgeyle çıkılmalıdır. Kıyıda köşede kalmış, tarihsiz, isimsiz, imzasız ve kaynaksız alıntılara/anlatılara kitabımızda yer vermemeye özen gösterdik. Zaten bilinen ama gündemde olmayan gerçekleri hatırlattık.
-
Bununla da kalmayıp “Ek Belgeler” bölümümüzde okuyucuya, alıntı ya da atıf yaptığımız kaynakların en can alıcı olanlarını tarayıp fotoğraflarını ekledik, okuyucunun belgelerle doğrudan muhatap olmasını istedik. Bize göre asıl olan Kemalist öğretinin kendi kendisini tanımladığı resmî belgelerdir. Araştırmalar bu belgeler üzerinden yapılmalıdır. Sürücüler için yön ve mesafe bildiren levhalar neyi ifade ediyorsa tarihçiler için de belge onu ifade eder. Yoldaki levhaları önemsemeyen sürücü gibi belgelere sadık kalmayıp kendimizin ya da birilerinin hayal gücüne güvenerek hareket edersek, kestirmeden hedefimize ulaştığımız zannı ile hakikatten fersah fersah uzaklaşır, başkalarını da gerçeklerden mahrum bırakmış oluruz.
-
Yeri geldiğinde göreceğiniz üzere kitabımızda Kemalist devrimin felsefesini, doğaya ve insana bakışını yansıtan bir de kaynak kitap listesi sunduk. Bu liste ciddi derlemeler, belgeler ve önemli notlardan oluşan, Kemalizm’in çok yönlü tahlillerinin yapıldığı kitaplardan oluşmaktadır. Okurlarımızın sadece bizim çalışmamıza bağlı kalması ve bize karşı bilinçsiz bir güven beslemesi amacımız değildir. Amaç Kemalizm’i, Atatürk ve çalışma arkadaşlarının eserlerinden özgün haliyle tanımaktır.
-
Bizce, mevcut külliyatı olduğu gibi kabul etmek ve geçmişin tekrarını yapmak ürün vermek değildir. Bilimsel çalışmalar geçmişin, yerleşip kalıplaşan inançların eleştirisi ile ilerler, geçmişini eleştiremeyen toplumlar geçmişte kalır ve zamanla varlık sahnesinde etkisiz hale gelirler. Bu sebeple çalışmamızın içinde bol miktarda eleştiri de bulacaksınız. Bu eleştiriler hem Kemalist hem de anti Kemalist cenaha yöneliktir. Atatürk’ün lehine ve aleyhine üretilen ve yıllardır propaganda malzemesi olarak kullanılan pek çok uydurmanın tenkidi de eserimizde yer aldı. Çok tuhaf bir şekilde gördük ki Atatürk hakkında en yaygın uydurmaları dinci/muhafazakâr kesim değil kendilerini Atatürkçü olarak görenler üretmekte, yaymakta veya bunlara daha kolay inanmaktalar.
-
Unutulmasın ki 2000’li yılların rahatlığı ile yazıp okuduğumuz olaylar (Cumhuriyet dönemi din-devlet ilişkileri) bir anda yaşanmadı. Bir asrın muhasebesini bir kitaba sığdırmak neredeyse imkânsızdır. Anadolu halkının birbiri ardınca yaşamış olduğu ekonomik, siyasi, askerî bunalımlar derin inanç krizlerini de doğurmuştur. Bu nokta gözden uzak tutulmamalıdır. Şu an mezarlarında kendilerini savunamayacak durumda olan yakın tarihin aktörlerini incelerken insafı elden bırakmamalı; kim, neyi, neden ve hangi şartlara bağlı olarak yaptı derin derin düşünülmelidir. Kim bilir belki de tarih tefekkürden ibarettir.
Kısacası Atatürk’ü ve Kemalist öğretileri kendi kaynaklarından tanımak, uydurma ve iftira seline kapılmamak için düşünce ufkumuzu bir hayli geniş tutmaya çalıştık. Tüm bunlara ek olarak birbiri ile bağlantılı bazı belge ve konuları kitap içerisinde birkaç kez tekrar etme lüzumu hissettik. Bu tekrarlar konunun tabiatı gereği kendiliğinden ortaya çıkmış, sıkıcı uzunlukta olmayıp okura konuların birbirini doğurduğunu ve aralarında güçlü irtibatın bulunduğunu hatırlatmak içindir.
Hemen ifade edelim ki insan ürünü olan hiçbir eser eleştiriden münezzeh değildir. Bütün bu uğraşımıza rağmen bir kitap yazımına gösterdiğimiz gayret, sabır ve harcanan çalışma süresi o kitabı dokunulmaz ve kusursuz kılmayacağı gibi her yönü ile mükemmel doğrulukta olduğunu da göstermez. Elinizdeki kitap için de bu durum aynen geçerlidir.
Kitabımızın içinde hatalı yorumlarımız veya eksik bıraktığımız noktalar -belgeli bir şekilde- ortaya konursa elbette ki sonraki baskılarda düzeltme yaparız. Yine aynı şekilde çalışmamızda kaynak olarak kullandığımız eserlerin sayfa numarası, basım yeri/tarihi, yayınevi ve yazar adı gibi hususlarda hatalarımızın fark edilip tarafımıza bildirilmesi bizi mutlu edecektir. Sonuçta gerçeğe ulaşmak (özellikle tarih araştırmalarında) yorucu ve uğraştırıcı bir süreçtir, kimse bu süreci kusursuz ve eksiksiz sonlandırdığını iddia edemez. İlimde son sözü ancak Allah söyleyebilir.
Bizi eleştirecek dostlarımızdan ricamız gösterdiğimiz özen ve belgelere denk bir çalışma ortaya koymalarıdır. Eleştiriler eğer samimi ve gerçeğe yönelik bir niyet ile yapılırsa eleştirilen eseri/yazarı ve eleştireni daha da geliştirir, araştırmaların hak ettiği olgunluğa ulaşmasını sağlar.5 Ancak eserimizi okumadan, atıf ya da alıntı yaptığımız Kemalist ideolojinin temel kaynakları incelenmeden ve belgeye belgeyle cevap verme ilkesi dikkate alınmadan gelişi güzel yapılan eleştirileri ve hakaretleri ciddiye almıyoruz. Yorum ve eleştirilerde cevap önceliğini iletişim adresimize yazılı olarak gönderilen mesajlara vereceğimizi de ekleyelim.
Dört bölümden oluşan kitabımızın;
Birinci bölümünde Atatürk’ü konuşmanın gerekliliğine, risklerine ve sansürcülüğe; onu etkileyen fikir akımlarına ve kaynak olarak kullandığımız bazı eserlere değindik. Yine bu bölümde Atatürk’ün zihnini inşa eden kitapları ve onda meydana gelen düşünsel değişimin safhalarını da mercek altına aldık.
İkinci bölümünde ise Atatürk’ün kaleminden evrenin ve canlı yaşamının evrimi, Tanrı kavramı ve insan hürriyetinin doğuşu, Atatürk’ün Muhammed (as) ve İslam dini hakkındaki el yazıları, onun vahiy, din ve din adamlarına yönelik eleştirileri inceleyeceğimiz başlıklar olacaktır. Kemalist laiklik anlayışının felsefesi ve din ile olan ilişkisi ister istemez açılan ve üzerinde durmamız gereken bir konudur. Atatürk’ün din ile olan münasebetinin incelendiği bir kitapta “Laiklik-Atatürk-Din” üçlüsüne değinmemek çok ciddi bir boşluk doğuracaktır. Yine bu bölümde Atatürk’ün dine bakışı konusunda kasıtlı ya da kasıtsız yapılan yanlışları -bunları yapanlar Kemalist veya anti Kemalist olabilir- eleştirip kendi duruşumuzu netleştirdik.
Üçüncü bölümde ise Atatürk’ü kutsayan ya da onun mitolojisini üreten zihniyete temas edeceğiz. Burada Atatürk’ün nasıl ve kimlerce kutsandığını yine en ciddi belgelere başvurarak tartışacağız. Kitabımıza taşıdığımız belgeler elbette bizim zihnimizde de bazı sorulara ve sorgulamalara neden oldu, doğal olarak bize ait yorumlar da göreceksiniz. Mutlak tarafsızlığı ifade eden objektivizmi ve mutlak yanlılığı ifade eden sübjektivizmi reddediyoruz.6 Yani herhangi bir mevzuya ilişkin görüşlerimizi ortaya koymamız için o konuyu bütün boyutları ile kesin olarak bilmemiz gerekmiyor (zaten imkânsızdır), her vakıanın muğlak veya net yönleri hep olacaktır. Bu durumda hadiselerin kanıt getirebildiğimiz yönleri hakkında rahatlıkla yorumlar yapabilir, tatmin edici sonuçlara ulaşabiliriz. Ortada belge yokken konuşmanın, belge varken de susmanın yanlış olduğuna inanıyoruz. Belgesiz konuşan “uydurmak” suçunu işlediği gibi belge varken susmayı tercih eden de “gerçekleri gizlemek” cürmüne bulaşmış demektir.
Burada anahtar rolü oynayan ve hassas denge kurmamızı sağlayan içine kuşku gölgesi düşmemiş belgelerdir. Yanlı ve peşin hükümle hareket ederek yetersiz belge ve hakkı verilmemiş çalışma ile kesin sonuçlara ulaştığını düşünmek korkunç bir hatadır. “Belki şöyle olmuştur, belki şunu kast etmiştir.” vs önermelerde geçen “belki”nin altı belgeyle doldurulamıyorsa ciddiye alınır hiçbir yanı yoktur. Çünkü tarih varsayımlar üzerine değil yaşanmış gerçekler üzerine kuruludur.
Çalışmamız boyunca şu ölçüye uymaya gayret ettik; yorumlarımız belgelere yön vermemeli ve önüne geçmemeli, önce belgeler konuşmalı kişisel kanaatler ilgili belgeye göre şekillenmeli. Asıl kaynakları görmezden gelmek ya da eğip bükerek farklı görünmesini sağlamak açık bir çarpıtmadır, bilimsellik değildir ve gerçeklerden sapmadır.7 Tarihi konularda bir şeyler yazmak bir anlamda satranç oynamak gibidir. Bir konu bittiğinde, bu konuya bağlı olarak açılabilecek bir diğer mevzuyu düşünmek zorundasınız. Zihinlerde doğabilecek boşlukları doldurmanız, olası itirazları ve sorulması muhtemel soruları önceden tahmin edip belgeler ışığında tatmin edici şekilde cevaplamanız gerekir.
Dördüncü ve son kısımda çalışmamızda atıf yaptığımız, bizzat Atatürk tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan, Atatürkçülüğün dinler tarihine bakışını net olarak ortaya koyan fakat pek dillendirilmeyen belgeleri bulacaksınız. Bu belgelerde Atatürk’ün tarih kitabına yaptığı düzeltmeler, İslam, Kur’an, Muhammed (as) hakkında en net ifadeler mevcuttur. Ayrıca Atatürk’ün el yazılarının kendisine aidiyetini kanıtlayan mahkeme kararlarını ve Atatürk Araştırma Merkezi’nin raporunu okuyacaksınız. Bu bölümde bazı sayfaların satırlarını altı çizili hale getirdik. Asıl metinde olmayan bu çizgilerle vurguladığımız kısmı belli ettik.
Çalışmamızın Mustafa Kemal Atatürk’ün ve dolayısıyla Kemalist ideolojinin din ve tanrı kavramına nasıl baktığı konusunda araştırma yapanlara fayda sağlayıp bu alanda belge bulma güçlüğü çekenlere hatırı sayılır derecede yardımcı olacağını umuyorum.
Son olarak katkılarından ötürü Bülent Şahin Erdeğer’e teşekkür ediyorum.
4 Eylül 2021/ İstanbul Fehmi İlkay Çeçen
Footnotes
-
Bkz: 2. Bölümde yer alan “37- Kemalizm’in Kaldırdığı Ayetler” isimli başlık. ↩
-
Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı Yayınları, 2. Basım, s. 9. ↩
-
İpek Çalışlar, Mustafa Kemal Atatürk Mücadelesi ve Özel Hayatı, Yapı Kredi Yayınları, 1. Basım, s. 7. ↩
-
Toplumda bu isimle bilinse de kanunun asıl adı şudur: “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun veya 5816 sayılı kanun.” ↩
-
Ali Birinci, Tarihin Kara Kitabı, Tarihçiliğimizde Usul ve Ahlak Meseleleri, Hitapevi Basım Dağıtım, 2014 Basım, s. 239. ↩
-
Mutlak manada tarafsız olmak çok zordur zira ulaştığınız neticeler sizde belli bir kanaat uyandırıp kendinizi bir görüşün safında yer almaya mecbur hissedersiniz. ↩
-
Sina Akşin çok isabetli bir şekilde şunlar söyler: “Tarihçilerden yansız olmalarını bekleyemeyiz, beklememeliyiz. Yalnız, Bilimsel olunacaksa, nesnel ve dürüst olmalarını şart koşmalıyız. Nesnellik, bilindiği gibi, ‘işimize’ gelmeyen olgu ya da belgeleri, görmezlikten gelmemek, onlarla hesaplaşmaktır.” Sina Akşin, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, 4. Baskı, s. 98. ↩