11. Mustafa Kemal'in Atatürk'ten Farkı
İlk bakışta tuhaf gelen bu başlık çok önemli bir gerçeğin ifadesidir. Birbirinden farklı "Atatürkler" ile karşılaşmamızın nedeni aslında Atatürk'ün kendisidir. Yaptığı konuşmalar, devrim sürecinde birbirini nakzeden demeçleri her dönemin farklı Atatürk'ünü ortaya çıkarmıştır. Onun konuşmalarından -tarihsel süreci ve amaçlarını- çıkarırsanız düşlediğiniz dünya görüşüne uygun yüzlerce Atatürk üretebilirsiniz. Peki, Atatürk'ü mü esas alacağız yoksa Mustafa Kemal'i mi, tarihi gerçekliğe uygun ve belirleyici olan figür hangisidir?
Bu soruya Atatürk'ü Mustafa Kemal'den ayıran bir örnekle cevap vermek çok yerinde olacaktır. Mustafa Kemal, 1923 yılında Konya'da Hilaliahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi'nde yaptığı uzun bir konuşmada Batı tarzı giyimin tenkidini yapıp tesettürün gerekliliğine dair şunları söyler:
... Memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde, giyinme tarzımız, kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyinme ve kapanma tarzında iki şekil tecelli ediyor; ya bu yönde ya karşıt yönde aşırılık görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir harici şekil gösteren bir kıyafet veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile harici kıyafet olarak arz edilemeyecek kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi kötü tesirden, hayatımıza fenalık yapmaktan geri değildir. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emrinin haricindedir. Bizim dinimiz kadını o aşırılıktan da, bu aşırılıktan da tenzih eder. O şekiller dinimizin gereği değil, muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri icabınca tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Şer'i tesettür kadınlar için müşkülata sebep olmayacak, kadınların toplum hayatında, iktisat hayatında, iş hayatında ve ilim hayatında erkeklerle işbirliği yapmasına mani bulunmayacak basit bir şekildedir. Bu basit şekil, toplumumuzun ahlak ve adabına aykırı değildir. Giyinme tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dâhilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır...1
1923 yılında geçen bu konuşmada Paşa başka toplumların gayri fıtri ve milli değerlerimizle ile çatışan giyim şeklini eleştirir. Yabancı toplumlara benzemeye çalışmanın sakıncalarını vurgulu bir dille izah eder. Ancak Cumhuriyet kurulup inkılapların gerçekleştirilmesi sürecinde 1925 yılına gelindiğinde Atatürk'ün tesettür hakkında önceki söylemlerinden vazgeçtiği görülmektedir:
"Hanımlar da erkekler gibi şapka giymelidir. Başka türlü hareket etmemize imkân yoktur. İşte size bir misal: Bu başla medeni bir hanım Avrupa'ya gidip insan içine çıkamaz."2
Aynı yılın sonlarına doğru Cumhuriyet bayramından bir gün önce Çankaya'da yapılan bir eğlenceyi Atatürk'ün çok yakın dostu Fahrettin Altay'dan3 dinleyelim:
...Akşam Çankaya ya döndüğümde Atatürk'ü sofrada buldum. Karşısında İnönü oturuyordu. Kendi sağına da Konya Kız Öğretmen Mektebi müdiresi Saadet Hanım, solunda isminin Refet Süreyya (İris) olduğunu öğrendiğim bir bayan oturuyordu. İnönü'nün sağında Afet Hanım, solunda S. hanım bulunuyor. Diğer misafirler Şükrü Kaya, Ruşen Eşref, Ali Cenani, Rasim Ferit (Talay) ve Tevfik Beyler. Gazi konuşuyor sanattan bahsediyor, herkes dinliyor. Bir ara kalktı müziğe vals çaldırdı Refet Süreyya Hanımı dansa kaldırdı. Bu dün akşam bahsi geçen artistmiş. Danstan sonra biraz oturulup içildi, artist bayan bir paravananın arkasında soyundu çıplak denecek bir halde ortaya çıktı açık sarı ince ipekli bir mayo ve tül bir gömlekle serpanten danslar Hindistan oyunları yaptı. Almanya da 9 sene bulunmuş bu marifetleri öğrenmiş. 30 yaşlarında dolgunca etli, bacaklarındaki mor mor lekeler morfinman olmak ihtimalini gösteriyor. Yemek neşeli geçiyor, içiliyor, konuşuluyor, alkışlar yapılıyor, arada bir hep birden dans ediliyor. Atatürk Afet Hanım'la da dans etti. Bu zarif genç, pembe ipekli dekolte tuvaleti ve güzel endamı ile göze çarpıyordu. Atatürk bu gece pek neşeli, kimseye laf vermiyor hep kendisi anlatıyor bazen sazendelerle beraber şarkı söylüyor ve onları kendisi sürüklüyordu. Şarkı söylerken bile hanendelerin kendisine takaddüm etmesine meydan vermiyor. Rumeli havalarından pek hoşlanıyor «şahane gözler» türküsü tekrar tekrar söyleniyor, bununla beraber bu eğlenceler arasında kendi kibarlığından, vekarından bir şey kaybetmiyor, arada bir misafirlerimin neşesi benim de neşemdir diyor. Bir ara eskiden yazdığı bir hatıra defterini getirtti. 1918 de Karlsbad'da Fransızca yazmış? Bundan birkaç sayfayı Ruşen Eşref'e okuttu, Türkçeye çevirtti. Bir şatoda güzel bir dansözle nasıl görüştüğünü onunla çeşitli danslarını açık açık yazmış. Ruşen de uzun boyu gibi yüksek sesi ile bunları ballandıra ballandıra şairane bir eda ile okudu.4 İlk gördüğüm bu genç ve güçlü şairden pek hoşlandım. İnönü az içiyor, kendisini güzel idare ediyor, Atatürk bir ara çıplak dansözle dans etmesini İnönü'ye teklif etti, o kendisine, mahsus bir incelikle işi geçiştirdi. Misafirlerden birisi kadının o incecik parçaları da üzerinden atmasına emir vermesini rica etti. Atatürk «Olmaz öyle şey her şeyin bir hududu var» dedi.5
Fahrettin Altay aynı yılın 29 Ekim gecesi yaşananları şöyle aktarır:
Akşam Çankaya ya çıktım. Yemek sofrası hususi bir aile sofrası halinde. Ata'nın kızları ile Salih, Kılıç Ali, Tevfik ve Mustafa Beylerden ibaretti. Yemek arasında az içildi, gece yarısına doğru gazinoya baloya gidilecekmiş, küçük kızların baloya götürülüp götürülmemesi münakaşa olundu, götürülmeye karar verildi giyindiler hep beraber çıktık. Atatürk Afet Hanımla, madam Baver öteki kızları ve maiyeti başka otomobillerle kafile halinde Fresko gazinosuna gittik. Çok kalabalık vardı, Türk hanımlar pek az idi, ecnebi bayanlar da çok değildi. Zeki Beyin orkestrası çalıyordu. Milletvekilleri, elçiler yüksek memur ve askerler Atatürk'ü şiddetle alkışladılar. İlk dansı Atatürk Fransa Elçisi'nin kızı ile açtı. (Madam yoktu). Kızın güzelliği herkesin dikkatini çekti, pist dans edenlerle bir anda doldu. Atatürk, kızlarından birisi ile dans etmemi söyledi, danstan sonra artist Refet Süreyya çıplak hali ile numaralar yapmaya başladı. Bu Ankara için bir yenilik idi. İnönü de Rus elçisinin ak saçlı madamı ile dans ederken gülümsedim, yanımdan geçerken 'Ne yapalım politika ediyoruz' dedi. Atatürk Başbakan'ı alarak birlikte subayların bulunduğu yere geldik, onlara şampanya ısmarladı, şereflerine kadeh kaldırınca bir alkış tufanı koptu, salonu çınlattı. Subaylar karşılıklı kadeh kaldırıyorlar bu suretle boşalan kadehler birbirini kovalıyordu. Genç subaylar Atatürk'ü kucaklarcasına sardılar, O da onların kahramanlıklarından memlekete yaptıkları hizmetlerden ve ordusu ile daima iftihar etmekte olduğundan bahsederek subayları ve generalleri taltif ediyordu. Onlardan ayrıldıktan sonra Fransız Sefirinin kızı ile bir iki defa daha dans etti. Çok neşeli, dolaşıyor, herkese iltifatta bulunuyor, arada da biraz oturup seyrediyordu. Fransız Sefiri kızını alıp görünmeden savuşmuş. Sabah yaklaştı herkes birer birer çekilmeye başladı. Saat 4'e doğru artık gidelim diyerek birlikte çıktık. Otomobilde beni yanına aldı, hareket edince başını göğsüme dayayarak daldı. Göğsümde perişan bir halde saçılan o sırma saçları en büyük heyecanı kalbimde yaratıyor, öpüyor ve kokluyordum. Atatürk'ü ilk defa olarak böyle biraz fazla kaçırmış görüyordum.6
3 Temmuz 1932 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi tarafından düzenlenen Türkiye Güzellik Yarışması'nda ilk Türkiye güzeli olan Keriman Halis Ece, aynı yıl Belçika'nın Spa kentinde yapılan Dünya Güzellik Yarışması'nda da "Dünya Güzeli" seçilmiştir. Atatürk bu durumdan memnuniyetini şu cümlelerle dile getirir:
Türk ırkının asil güzelliğinin daima korunmuş olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. Fakat Keriman Ece hepimizin işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o, bütün Türk kızlarının en güzeli olmak iddiasında değildir. Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar saymakta haklıdır. Türk milleti, bu güzel çocuğunu şüphesiz samimiyetle tebrik eder. Cumhuriyet gazetesi bu meselede Türk ırkının diğer dünya milletleri içinde mümtaz olan asil güzelliğini göstermek teşebbüsünü takip etmiş ve bunu dünya gözünde muvaffakiyetle neticelendirmiştir. Ondan dolayı bittabi bu vesile ile de takdir ve tebriklerimize hak kazanmıştır. Şunu ilave edeyim ki, Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum...7
Şimdi kimi dikkate alacağız; tesettürü lüzumlu görüp Batı taklitçiliğini eleştiren Mustafa Kemal'i mi yoksa Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu düşünen ve Avrupa'nın Türk kızları hakkındaki beğenisini onaylayan Atatürk'ü mü? Şeriatın tesettür emrini tavsiye eden Mustafa Kemal'i mi yoksa İsmet İnönü'ye çıplak dansözle dans etmesini teklif eden Atatürk'ü mü?8 Değerlendirme yaparken ölçümüz ne olacak?
Elbette ki Cumhuriyet dönemi inkılap sürecindeki Atatürk'ün görüş ve düşünceleri belirleyici ve son sözü söyleyici olacaktır. Çünkü artık resmî politika, basın yayın, eğitim müfredatı, kültür sanat ekinlikleri bu düşünce ile şekillendirilmektedir. Artık köy-kasaba buluşmaları bitmiş, belli kurumların çatısı altındaki toplantılar sona ermiş ve görüşler yöresel-mahalli olarak sadece belli bir kitleye yönelik kalmamıştır. Son şeklini alan kanaatler artık resmiyet kazanarak toplumsal ilerlemeye hız verme amaçlı olarak uygulamaya konulmuştur. Kesin ve asıl düşünceler icraat olarak ortaya konan, devlet politikasına dönüşenlerdir.
Peki değişimi nasıl açıklayabiliriz? Önceki başlıkta değindiğimiz devrim ajandası burada da karşımıza çıkmaktadır. 1923 yılındaki ifadeler o günün şartlarının zorladığı söylemlerdir, gerçekte Atatürk iktidara geldiğinde tesettürü kaldıracağını çok daha önce, 1919 yılında Mazhar Müfit Kansu'ya -o an için gizli kalması şartıyla- açıklamıştır:
... (Atatürk): Defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak...
(...) (Mazhar Müfit): 7 - 8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce:
- Pekala, yaz !. Diyerek devam etti:
- Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü...9
Bundan da önce, 1918 yılında tedavi için gittiği Karlsbad'da günlüğüne şunları yazmaktadır:
...Kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım. Açılsınlar onların dimağlarını ciddi bilim ve fenle süsleyelim. İffeti, fenni sağlıklı olarak açıklayalım. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. Sonra şahsi ilişkiye gelince, doğa ve ahlakımıza uygun karı arayalım ve onunla evlenme şartlarımızı açık ve kesin kararlaştıralım...10
1916 yılında ise tesettürün kaldırılması hakkında Kurmay Başkanı ile görüştüğünü hatıralarında kaydeder.11
1937 yılına gelindiğinde ise "Baş Dansöz Valeria", altında Atatürk'ün imzasının bulunduğu Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye'ye davet edilmiş12 daha sonra ikamet süresi iki kez uzatılmıştır. Bu kararın çıkış serüvenini Murat Bardakçı'dan dinleyelim:
İçişleri Bakanlığı 16 Şubat 1937'de Başbakanlık'a bir yazı göndermiş, Paris Operası'nın "Nansen Pasaportu" taşıyan ve aslen Rus olan "baş dansözü" Valeria Ponatchevnaia Ellanskaia'nın Ankara Palas'ta bir ay müddetle program yapabilmesi için hükümet kararnamesi çıkartılmasını istemiş, Bakanlar Kurulu konuyu hemen ertesi gün ele almış, gereken kararname hazırlanmış ve "Reisicumhur" Kemal Atatürk tarafından da imzalanarak yürürlüğe girmesinin ardından "baş dansöz" Valeria memleketimize gelmiş!13
Anlaşıldığı üzere Atatürk tesettüre karşı aslında hep olumsuz bir düşünceye sahipti. Ancak bunu birden bire açıklamamış, uygun şartların oluşmasını beklemiştir. Şu sözlerini tekrar hatırlayalım:
Muvaffakiyet için pratik ve sağlam yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişme ve yükselmesi için selâmet yolu bu idi. Ben de böyle hareket ettim.14
Cumhuriyet öncesi konuşmalarında yer alan dini yüceltici tüm ifadeleri de işte böyledir. Bir kez daha vurgulayalım; tarihin belli bir kesiminde din hakkındaki konuşmasını yapıldığı ortamdan kırpıp çıkararak Atatürk'e dilediğinizi söyletir, siz de hayallerinizi süsleyen -tarihsel Atatürk ile hiçbir alakası olmayan-Atatürk ve Atatürkçülük modelleri geliştirebilirsiniz.
Atatürk'ün gerçek düşüncelerine, onun eylemlerindeki tarihsel sıralama, dönemin kültürel ortamı, devletin resmî belgelerine yansımalar, Cumhuriyet öncesi ve sonrası tavırları incelendiğinde ulaşılabilir. Atatürk'ün zihin dünyasına inmeden, neyi, nerede, hangi tarihte ve kimlere yönelik söylediği araştırılmadan, sonradan değişen fikirleri olup olmadığı, en başından beri neyi tasarladığı dikkate alınmadan onun hakkında yapılacak yorumlar kapsayıcılıktan uzak olacağı gibi zihinlerde sürekli boşluklar bırakacaktır.
Footnotes
-
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 15, s. 246-247. ↩
-
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 17, s. 324. ↩
-
Atatürk'ün hayranı ve silah arkadaşı olan Fahrettin Altay, 1880-1974 yılları arasında yaşamıştır. Pek çok cephede savaşmış, cumhuriyet kurulduktan sonra yaş haddinden emekli oluncaya kadar devletin farklı kademelerinde görevde bulunmuştur. Hayatına dair diğer detaylar için bkz: Uluğ İğdemir, Ölümünün Birinci Yıldönümünde Orgeneral Fahrettin Altay'ı Anıyoruz, Belleten Dergisi, sayı. 156, c. 39, s. 775-779, Ekim 1975. ↩
-
Atatürk'ün Karlsbad'da "Geçen Günlerim" başlığı ile kaleme aldığı anıları toplam altı defterden oluşmaktadır. Afet İnan tarafından "Mustafa Kemal'in Karlsblad Hatıraları" adı ile ilk olarak 1983'te, sonraki baskısı 1991 ve son baskısı da 2018 yılında yapılmıştır. Afet İnan anıların tamamını yayınlamayıp içinden seçkiler yapmış ve belki de sakıncalı olabileceğini düşündüğü kısımları sansürlemiştir. Bkz: Afet İnan, Mustafa Kemal'in Karlsblad Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Basım, Önsöz. ↩
-
Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası - 1912-1922, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 393-395. ↩
-
Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası - 1912-1922, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 396-397. ↩
-
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 25, s. 390. ↩
-
Benzeri başka hadiseler için bkz: Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş A.Ş., 1984 Basım, s. 12-13; Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken, Yayına Hazırlayan: Cemil Koçak, Doğan Egmont Yayıncılık, 2017 Basım, s. 66, 75, 112-113, 116 ve Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası - 1912-1922, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 449-451. ↩
-
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 5. Basım, c. I, s. 131-132. ↩
-
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 2, s. 190 ve Afet İnan, Mustafa Kemal'in Karlsblad Hatıraları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Basım,s. 45. ↩
-
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 2, s. 66 ↩
-
https://katalog.devletarsivleri.gov.tr/ Belge Özeti: Ankara Palas için 1 aylığına angaje edilen Paris Operası başdansözü Valeria Ponatchevnaia Ellanskaia'nın Nansen pasaportuyla gelmesine izin verilmesi. Yer Bilgisi: 72 - 13 -- 19 Dosya Ek: Belge Tarihi: 17.02.1937. ↩
-
Detaylar ve yorum için bkz. Murat Bardakçı, "Ankara'ya 1937'de hükümet kararnamesi ile 'dansöz' getirmiştik!" Habertürk, 14.01.2017. https://bit.ly/3rjQZoa ↩
-
Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 5. Basım, s. 204. ↩