Atatürk ve Din
Ana Sayfa

10. Atatürk ve Devrim Ajandası

Atatürk'ün İslamiyet'i/Muhammed (as)'ı öven sözleri olduğu gibi vaaz verdiğini de biliyoruz. 07.02.1923 tarihinde Zağanos Paşa camiinde şehitlerin ruhlarına okunan mevlidi dinledikten sonra verdiği hutbenin1 giriş kısmında şunları söylemiştir:

Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, iyiliği ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi hepimizce malumdur ki, Kur'an-ı azimüşşandaki nusustur (emir ve yasaklardır). İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen uyuyor ve denk düşüyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate uymamış olsaydı bununla diğer tabii ilahi kanunlar arasında zıtlık olması icap ederdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan. Cenabı Hak'tır...2

Atatürk'ün Kur'an'dan referanslar veren, Kur'an'ı anayasa kaynağı gösteren ve içinde hadisler barındıran konuşmaları şüphesiz ki vardır, bunları yok saymıyoruz, görmezden gelmemize gerek yoktur. 3 Cumhuriyet tarihinin akışı ve Kemalist devrimin aşamalı ilerleyişi içinde, Atatürk'ün İslam'a bağlılığını ifade etmiş -gibi görünen- söylemlerini o dönemin tarihsel ve kültürel şartlarını dikkate alarak incelersek, kapsayıcı ve açıklayıcı sonuçlar elde edebiliriz.4

İslam'a övgü dolu yaklaşım, onun içinde bulunduğu dönemsel koşulların zorunlu kıldığı, halkın desteğini alabilmek için o anki atmosferin gerektirdiği pragmatist manevralardı.5 Atatürk'ün, mevcut durum neyi gerektiriyorsa ona uygun hareket eden pragmatist bir anlayışa sahip olduğu anlaşılmadan attığı adımları kavramak güçtür.6 O dönemin şartları din kavramına önem vermeyi gerektiriyordu; şartlar değişince Atatürk'ün din hakkındaki söylemleri değişip olumlu yaklaşımları din eleştirilerine dönüşmüştür.7

Tutum değişikliği dini terimlerin kullanma noktasında da kendini belli eder. Taha Akyol, Atatürk'ün dini kavram kullanımını yıllara göre nasıl terk ettiğini tablo halinde göstererek şu tespiti yapar:

... İslami terimlerin zaferden sonra hızla azaldığını ve Hilafet kaldırıldıktan sonra artık istisna hale geldiğini görüyoruz (...) 1924 Martından sonra artık dini terimler siyaset alanından, Gazi'nin sözlüğünden hızla ve tamamen çekilmektedir.8

Az bir araştırmayla fark edilecektir ki; Atatürk'e göre dine methiyeler "bir zamanlar lazımdı" ama inkılaplar başladığında artık dini kavramlara ihtiyaç kalmadı.

Bütün devrimcilerin zihinlerinde mutlaka bir ajanda vardır, hiçbir adım vaktinden önce atılmaz ya da vaktinden sonraya bırakılamaz. Ani ve düzensiz hamleler devrim amaçlarına ulaşmaya engel olacağından atılacak adımların zamanının önceden iyi düşünülmesi gerekir. "Devrim Ajandası" hassasiyeti Atatürk'te en zirve noktadadır:

Hedefi mümkün olduğu kadar daraltmak, zamansız herhangi bir harekete kalkışmamak, işleri bir sıraya koymak, sıra o işe gelmeden ve bunun için koşullar olgunlaşmadan hiçbir aceleciliğe kapılmamak, mümkün olduğu kadar en geniş kitlenin desteğini kazanmaya çalışmak: İşte bunlar o zamana kadar Mustafa Kemal tarafından izlenen politikalardır. Bu siyasi mücadele anlayışı, yapılan bütün konuşmalara damgasını vurmuştur9

Atatürk'ün bir bütün oluşturacak devrim için şöyle bir strateji uyguladığı ve devrimci atılımların bu aşamalardan geçerek uygulamaya konuldukları söylenebilir:

a) Düşünsel hazırlık,

b) Uygun zamanı seçmek ve gerekiyorsa zamana yaymak,

c) Çevreyi ve olabildiğince toplumu hazırlamak,

d) Kısa sürede sonuç almak, bunun için de eskiyi tümüyle kaldırmak,

e) Uygulamayı yakından izlemek, ayrıcalık tanımamak, gerekenlere yetki ile birlikte sorumluluk vermek.10

Atatürk'ün giriştiği devrim aşamalarında dikkati çeken en büyük özelliklerden biri, girişimde bulunmak için en uygun zamanı seçmedeki yeteneğidir. Tasarladığı bütünün parçalarından her biri için uygun ortamın doğmasını beklemiştir. O zaman gelinceye kadar bunları yakın çevresine bile açıklamadan kendi deyimiyle bir "ulusal sır" olarak saklamıştır. Bu nedenle Söylev'inin başlarında 'Ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim bütün gelişme ve yeteneği, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım' demiştir.11

Atatürk, zorlu savaş koşullarında Müslüman toplumun gücünden ve İslam'ın mücadeleci ruhundan sonuna kadar istifade etmiştir. Ancak 1920'li yılların ikinci yarısından 1930'lu yılların sonlarına kadar adım adım buharlaşan methiyeler yerini tenkide ve materyalist değerlendirmeler almıştır.

Atatürk'ün dinler hakkındaki görüşlerini 1924 öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayırmamız gerekir. 1924 yılına kadar uygun ortamın henüz oluşmadığını düşündüğünden ve sırası gelmediğinden dini kanaatleri kendisinde şekillense de devlet politikası olarak açıklamak istememiştir. Hem halk hem siyasi ortam hem de çalışma ekibi buna müsait değildi. Sadece 1924 öncesine bakılarak parçacı bir yaklaşımla Mustafa Kemal'in İslam ve diğer dinler hakkındaki düşüncelerine ulaşma çabası sağlıklı değildir. Asıl fikir ve inanışlarını Cumhuriyet kurulduktan sonra ortaya koymuş, resmî belgelere ve konuşmalarına yansımıştır.

Atatürk bu dönemi Nutuk'ta şöyle anlatır:

Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi, bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle sürekli mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte sakınca görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup uygun zamanında uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, özellikle Anayasa yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o yönü söylemeden geçmekte fayda görüyorduk.12

Sina Akşin bu sözleri şöyle yorumluyor:

Nutuk'un en başında söylediği gibi, o, kafasında tasarladığı devrimi, varmak istediği erekleri, önceden ilan etmemiştir. Sırası geldikçe, ortamı elverişli buldukça, o yöne giden adımlar atmıştır.13

Atatürk'ün başka sözleri de vardır:

Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından girişmemek, başlıca dikkatimizi oluşturmalıdır.14

Bir işi zamansız yapmak o işi akamete uğratmak olur. Fikirlerinize muhalif değilim. Sadece zamansız olduğu kanaatindeyim... Her şey sırasında ve zamanında yapılmalıdır.15

Muvaffakiyet için pratik ve sağlam yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişme ve yükselmesi için selâmet yolu bu idi. Ben de böyle hareket ettim.16

Anlaşıldığı üzere Atatürk -hangi konu olursa olsun- icraatlarını belli bir program ve aşamalılık esası içinde yapmaktaydı. Zamanı gelmeden, ortam oluşmadan ve gerekmedikçe ani çıkışlardan kaçınarak, amaçlarına yavaş adımlarla ilerlemekteydi.

Atatürk bu tutumunu şu örneklerle izah eder:

... İzmit'te, İstanbul ve İzmit matbuat erbabıyla uzun bir görüşme ve hasbıhalimiz esnasında, muhataplarımdan bir zatın şu sorusuna maruz kaldım: "Yeni hükümetin dini olacak mı?" İtiraf edeyim ki, bu soruya muhatap olmayı hiç de arzu etmiyordum. Olumsuz, pek kısa olması lazım gelen cevabın [o günkü şartlara göre ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum] (...) Efendiler, gazeteci muhatabımın sorusuna, "Hükümetin dini olamaz!" diyemedim. Aksini söyledim. "Vardır efendim; İslam dinidir" dedim. Fakat hemen "İslam dini fikir hürriyetine sahiptir" cümlesiyle cevabımı açıklığa kavuşturmak ve yorumlamak lüzumunu hissettim. Demek istedim ki, hükümet, fikir ve vicdana riayetle kayıtlı ve mükellef olur. Muhatabım, verdiğim cevabı şüphesiz makul bulmadı ve sorusunu şu tarzda tekrar etti: "Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?" - "Olacak mı, olmayacak mı bilmem!" dedim. Meseleyi kapatmak istedim. Fakat mümkün olmadı...17

Atatürk gerçek kanaatlerini vaktinden önce dile getirmek istemez. Mete Tunçay'ın ifadesiyle siyasal taktik icabı18 ucu açık cevaplarla konuyu kapatmak ister. 1924 Anayasasında yer alan "Devletin dini İslam'dır ve din buyruklarının yürütülmesi" gibi ibareler hakkında, 1927 yılına gelindiğinde Atatürk şunları ifade eder:

Kanunun, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde lüzumsuz görünen ve yeni Türkiye devletinin ve Cumhuriyet idaremizin asri karakteriyle bağdaşmayan tabirler, İnkılap ve Cumhuriyet'in o zaman için beis görmediği tavizlerdir. Millet, Teşkilatı Esasiye Kanunumuzdan bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır!19

Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, onun bu tavrının bütün devrimlere yansıdığını anlatır:

Fırsatı kollayan, zamanı seçmede yanılmayan ihtilaller başarı sağlarlar. Atatürk, bu cihetlere çok dikkat ederdi. Zamanı çok güzel seçer, fırsatı asla kaçırmazdı. Zamanı gelmedikçe, acele etmez, sabrederdi. Koruk sabırla helva olur. O kadar sabreder ki, yerinden kıpırdamayacak sanılırdı. Hakikatte prensiplerden bir zerresini feda ettiği görülmemiştir. O, sabreder; fakat bir de fırsatı ve zamanı ele geçirince, ihtilalin prensibini uygulama alanına koymakta dakika geçirmezdi. Prensip tatbikata girince, onun aksi olan eskiliğin yerinde yeller eserdi. (...) Şapka giymek, laik devlet, hep böyle oldu.

Dini görüşlerini halka açmak, ders kitaplarına yansıtmak ve meclis kürsülerinden dillendirmek de yine aşamalı olarak gerçekleşti, toplum psikolojisi dikkate alınarak,20 acele edilmedi, halkın ve yakın çevrenin tepkisini çekecek konuşma ve yazışmalar yapılmadı. Beklenen zaman gelince de "Yaratılış ve Din" konusu üzerine çalışmalar ve tartışmalar başlatılıp elde edilen sonuçlar halka sunuldu.

Bozkurt şunları da ilave eder:

"Zamanı gelince işler böyle bitiverir", Zaman beklemek, fırsatı kaçırmamak; işte ihtilalcinin başarı tılsımları." 21 Atatürk'ü incelerken öncesi ve sonrası ile tarihsel bağlamı kurmamak bizi eksik ve gerçek dışı sonuçlara götürebilir. Onun eylemlerindeki zıtlıkları anlayabilmek için siyasi manevralarının bilinmesi gerekir:

Atatürk üzerine şimdiye kadar yazılan eserlerin en çok eleştiriye açık tarafı, tarihi koşulların ve aşamaların göz önünde tutulmamasıdır. 1920'de TBMM'de Fahri Yaver-i Padişahi unvanıyla söylediği sözlerle, 1924'te hilafetin kaldırılması dolayısıyla söyledikleri arasında, tabii çelişkiler bulunacaktır. Bundan başka, Mustafa Kemal'in belli bir tarihte, belli bir amaçla uyguladığı siyasi strateji göz önüne alınmaksızın o dönem anlaşılamaz. Atatürk, yalnız büyük bir askerî stratejist değil, aynı zamanda usta bir siyaset stratejistidir. "Vatanı kurtarma': "milletin bağımsızlığını sağlama'', "milletin kayıtsız şartsız egemenliğini sağlama': "Türk milletini çağdaş medeniyet düzeyine ulaştırma'' uğrunda yaptığı siyasi mücadeleler, aynı zamanda bir iktidar mücadelesi niteliğindedir. Onun, tam iktidarı elinde tutmak, bu iktidara meşruluk kazandırmak için en uygun söylemleri seçen, siyasi manevralar yapan usta bir siyasetçi olduğunu unutmamak gerekir. Mustafa Kemal, son kertede, gayelerine ulaşmak için tehdide başvurmaktan da çekinmezdi.22

Kısaca Atatürk ve Kemalist kadroların İslam, Muhammed (as) ve diğer dinler hakkındaki asıl düşüncelerini öğrenmek istiyorsak tüm konuşmalarına tarihsel bir sıralama yapıp 1924 yılını milat kabul etmemiz gerekir.23 Osman Ergin o dönemi şöyle özetler:

Eski rejimi, geçmişteki içtimai hayatımızı ilgilendiren ne varsa Atatürk'ün o gibi şeyleri yenileştirmekte olduğu görülüp dururken bunları en başında gelen dini hayata, bilhassa ibadet vasıta ve şekillerinde de bir takım yenilikler ve değişlikler yapmak isteyeceğini istisnasız olarak herkes hissediyor, hatta bekliyordu. Fakat Atatürk bu inkılapta ötekiler kadar acele etmiyor ve ne yapmak istediğini de açığa vurmuyordu. 1924'te Hilafetin ilgası ile Cumhuriyetin ilanı, yine bu sene içinde tevhidi tedrisat kanununun neşriyle medreselerin kaldırılması ve Şer'iyye Evkaf Vekâletinin lağvi 1925'te Şeyh Sait isyanı dolayısı ile tekkeler, zaviyeler ve türbelerin kapatılması dinde beklenen inkılapların ilk hamlelerini teşkil ediyordu.24

Devlet yönetiminde söz sahibi olunca kendilerine göre aydınlanmanın en önemli ayağı olan din konusunda konuşmak daha kolay ve samimi olmuştur. Önceleri "hurafeler dine aykırıdır" anlayışı dillendirilirken daha sonraları "din devrimlerimize aykırıdır" anlayışı benimsenmiştir. Bu süreçte dinin kaynağı göklerde değil yerde, toplumun içinde aranmaya başlanmış, Allah'ın elçileri sosyal devrimci olarak kabul edilmiş ve dinlerin işlerinin bittiği anlayışı hâkim görüş olmuştur.

Emre Kongar'ın tespitleri konuyu açıklayıcıdır:

Atatürk dönemindeki hükümetler, dine karşı doğrudan tavır almak yerine, yararlanabilecekleri ölçüde, dinden ve din adamlarından yararlanmışlar, ancak kendi devrimlerini tehlikeye düşürecek durumlarda, dine doğrudan doğruya müdahale etmişlerdir.25

Tarihi geriye sardığımızda Atatürk'ün din algısında 1900'lü yılların başından 1930'lu yılların ortalarına gelinceye kadar evirilip netleşen ve çizgilerini kesin olarak belli eden bir sürecin yaşandığı görülür. Onun dini kanaatlerinin değişimini, bu alanda yaptığı okumaları, sözlü ve yazılı beyanlarını tek bir tarihe sabitlemek mümkün değildir. Ancak rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir şey var ki o da şudur; Atatürk, devrimler için harekete geçmeden çok önce kendi zihninde din devrimini yapmış ve din ile olan bağlantısını askıya almıştır.

Tekrar edelim; Atatürk ve Kemalist ideologların din hakkındaki asıl kanaatlerini öğrenmek istiyorsak 1924 öncesi hatıralara değil bu tarihten 1930'lu yılların ortalarına kadar uzanan resmî yazışma/konuşmalara bütüncül ve sıralı olarak bakmalıyız. Atatürk ve din konusunu incelerken -bu diğer konularda da böyle olmalıdır- parçaların tümünü birleştirmek yeterli değildir, tarihsel bir sıralama ve sebep-sonuç ilişkisi de göz önünde bulundurulmalıdır.26


Footnotes

  1. Burada bir düzeltme yapalım. Alıntıladığımız bu ifadeler Balıkesir Hutbesi olarak bilinir, hutbe kelimesi yanıltıcı olarak aklımıza Cuma günü ve Cuma namazını getirmektedir, oysa konuşmanın yapıldığı 07.02.1923 günü Cuma değil Çarşambadır. Cuma günü olmadığı için yapılan konuşmaya vaaz ya da sohbet demek daha isabetlidir. Mehmet Önder buna rağmen o gün Cuma namazı kılındığını ardından da Atatürk'ün minbere çıkarak hutbe verdiğini iddia etmiştir. Bkz. Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, s. 66. Mehmet Önder'i kaynak gösteren bazı yazarlar da aynı iddiayı aslını araştırmadan eserlerine taşımışlardır. Kadir Mısıroğlu da aynı yanlışı tekrar ederek Atatürk'ün minbere çıkmadan önce Cuma namazı kıldığını iddia etmektedir. Bkz. Kadir Mısıroğlu, 06.12.2014, 113. Cumartesi Sohbeti. Yorumu okuyucuya bırakıyoruz.

  2. Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 15, s. 117.

  3. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk Din ve Din Adamları, Diyanet Vakfı Yayınları, 6. Basım, s. 18-38.

  4. Atatürk'ün din hakkındaki düşüncelere parçacı yaklaşmak ya da tezlerimiz zayıflar endişesi ile bazı kanaatlerini gizlemek ahlaki değildir. Atatürk'e parçacı yaklaşmak kendine Atatürk uydurmaktır. Tarihi ya da tarihi kişilikleri bütüncül değerlendirmemek, her yönü ile ele almamak ya bilgisizlik ya da iddialarının çürütülmesinden korkmanın sonucudur.

  5. Pragmatizm çıkarcılık/yararcılık demektir. Pragmatistler hedefe giden yolda doğru olanı değil faydalı olanı tercih edip mevcut şartlar neyi gerektiriyorsa o şekilde tavır alırlar.

  6. Bkz. Asım Aslan, Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük, 44. Basım, s. 7-48, Taha Akyol, 'Atatürk Her Şeyden Önce Pragmatistti', Anlayış Dergisi, 67. Sayı, s. 24-29.

  7. Tekin Güleçman, "Atatürk ve Dini Yüceltmek" isimli makale, Saçak Dergisi, 9. Sayı, Ekim 1984, s. 19-29.

  8. Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, 3. Basım, s. 547-549.

  9. Mehmet Bedri Gültekin, Laikliğin Neresindeyiz Kemalizm Laikliğinden Türk-İslam Sentezine, Kaynak Yayınları, 3. Basım, s. 127.

  10. Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk Kendine Özgü Bir Yaşam Ve Kişilik, Bilgi Yayınevi, 3. Basım, s. 470.

  11. Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk Kendine Özgü Bir Yaşam Ve Kişilik, Bilgi Yayınevi, 3. Basım, s. 471.

  12. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, İstanbul Maarif Basımevi, 1960 Basım, c. II, s. 838 ve Atatürk'ün Bütün Eserleri, Nutuk, II, c. 20, Kaynak Yayınları, s. 316.

  13. Sina Akşin, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, 4. Baskı, s. 57. Benzer bir değerlendirme için aynı eser s. 75.

  14. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 5. Basım, c. I, s. 85.

  15. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 5. Basım, c. I, s. 235. Atatürkçülük, c. 1, Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, Genel Kurmay Başkanlığınca Hazırlanmıştır, 3. Basım, s. 262.

  16. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 5. Basım, s. 204.

  17. Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 20, s. 235-236.

  18. Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Cem Yayınevi, 3. Basım s. 213, 5. Dipnot. Bu konuda diğer bir örnek ve detay için bkz. Mehmet Bedri Gültekin, Laikliğin Neresindeyiz Kemalizm Laikliğinden Türk-İslam Sentezine, Kaynak Yayınları, s. 130-131.

  19. Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 20, s. 236.

  20. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 5. Basım, c. I, s. 85.

  21. Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, Kaynak Yayınları, 7. Basım, s. 104-105. Atatürk zamansız atılımlara karşı Afgan kralını da uyarmıştır. Bkz. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi ve İş Bankası A.Ş. 1973 Basımı, c. 1, s. 278.

  22. Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı Yayınları, 2. Basım, s. 59-60.

  23. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim 2/Din ve Allah, Kaynak Yayınları, 7. Basım, s. 21-27.

  24. Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Eser Matbaası, 1977 Basım, c. 5, s. 1938.

  25. Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplum Bilim Açısından Atatürk, Remzi Kitabevi, 16. Basım, s. 307-308.

  26. Asım Aslan, Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük, 44. Basım, s. 46-48.