6. Hatıralar ve Belge
Atatürk'ün din hakkındaki düşünce dünyasını yansıtan anılar da vardır; ancak, anıların güvenilirliği konusunda çok dikkatli olmak gerekir. Hepsini gerçekmiş gibi kabullenmek doğru olmadığı gibi bir kalemde silip atmak da isabetli değildir.1 Hatıralar üstü kapalı anlatılan bazı olayların detaylarını verebileceği gibi hadislerin unutulmuş yönlerine ve kahramanlarına da dikkatlerimizi çekebilir. Atatürk ve din hakkındaki anıların/hatıratların cumhuriyetin kurucu kadrosunun eğitim, bilim ve din politikaları ile sağlamasını yapmalıyız. Eğer pratikte karşılığını görmüyorsak, tarihsel devamlılığı yoksa kesin delilmiş gibi öne sürmemeliyiz.
Falih Rıfkı Atay şu sitemde bulunmaktadır:
1946, hele 1950'den beri Atatürk devri, onun içinde şöyle böyle bulunmuş olanların veya kendilerini olduklarından başka türlü sandırmak hevesine kapılanların elinde sömürülüp durmuştur. Yayınlanan hatıraların çoğunda ölüler tanık, bir ağızla iki kulak arasında, hiç kimsenin duymadığı fısıldaşmalar belge diye kullanılmaktadır. Tarihçi ise, gazete okuyucuları kadar kolay avlanmaz. Tarihçi, bu hatıraların doğruları ile sahteleri ve zorlanmışları arasında yanılmaktan kendisini kurtarmasını bilir.2
Zafer Toprak'ın uyarısı da bu yöndedir:
Atatürk ile ilgili bilgimizin kaynağının tarihini iyi anlamak gerekir. Kim neyi söylemişse onu hangi tarihte söylediğine bakacaksınız. Yani filmi geriye sararken çok dikkatli olmak gerekir. Atatürk'ün geçmişiyle ilgili söylenenlerin önemli bir kısmı sonradan inşa edilmiştir.3
Atatürk hakkında üretilen uydurmaların en ciddi devlet kurumlarımızın eserlerinde bile yer bulabilmesi, yapılan sitem ve uyarının ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.4 Bu haklı tespitlerin slogan düzeyinde kalmayıp zihinlere iyice yerleşmesi için dikkatini çektiğimiz sızıntıya bir örnek verelim. Atatürk 1936 yılında Eskişehir Hava Alayı'nı ziyaret edip uçak filolarını teftiş etmiştir.5 Bu denetleme esnasında şu sözleri söylediği iddia edilmektedir:
Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin tahakkuku için 2000 yılını beklemeye hacet kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise batıdan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir.
Atatürk'ün müthiş öngörüsünün ve geleceği okuyabilme becerisinin kanıtı olarak ileri sürülen altı çizili ifadeler aslında kendisine ait olmayıp sonradan onun adına üretilmiştir. Kendisi hayattayken hiçbir dergi, gazete veya kitapta bu sözler yer almamıştır.6 Bu iddianın sözde belgesi, kendi ifadesine göre ilk defa Atatürk'ün "önsezisinin ilahları kıskandırdığını" iddia eden (s. 34) S. Eriş Ülger tarafından Bütün Dünya dergisinin 2002/Kasım sayısı, s. 33'te yayımlanmıştır. İmza ve içerik incelendiğinde uydurma olduğu daha ilk bakışta anlaşılan bu sözde belge hiçbir ciddi kaynakta/arşivlerde bulunmamaktadır. İşin ilginç tarafı sonradan uydurulduğu kanıtlanmasına rağmen Kaya Boztepe aynı dergide -kaynak vermeden- 2020/Nisan sayısı s. 31'de tekrar yayımlamıştır.
Atatürk'ü uydurmalarla övmeye çalışmak, onun hakkında mutlaka bir şeyler uydurma ihtiyacı hissetmek mitomanik bir saplantı olmalıdır.7 Onu yüceltmek için sınırsız yalan uyduranlar güya ona hizmet ettiklerini düşünürler. İnsanlık zaten yüzlerce yıldır gök bilimleriyle meşguldür, bundan haberdar olan Atatürk'ün havacılık üzerine birtakım tahminler yürütmesi bizce gayet mümkündür.8 Asıl problem onu kesin tarihler veren ve her kehaneti mutlaka gerçekleşen kâhin/ilah gibi görme arzusudur.9 Bu zehirli arzu o kadar tehlikelidir ki sevip yücelttiği kişiler hakkında sayısız yalanı ibadet aşkı ile uydurmayı normalleştirir ve gün gelir "Atatürk Mars'a cami yaptırdı." dediğinizde buna bile inanacak hurafe sarhoşu tipler ortaya çıkar.
Eğer, 'Uydurmadır, arşivlerde yeri yoktur, hiçbir ciddi kaynakta geçmez, bütün uydurmalar gibi önemsizdir ve kenara itilip unutulabilir' diyorsanız gözden kaçırdığınız bir şey var; ya bu uydurmaları otoritesi yüksek, geniş kitlelere ulaşma imkânı olan resmî ve ciddi kurumlarımız yayıyorsa? O zaman işin rengi değişiyor tabi, artık merdiven altı üretimdir deyip boş veremiyorsunuz. Karizması yüksek kurumlar bir hurafeyi gerçekmiş gibi yayınca artık o uydurma, hakikat kimliğine bürünüp kendisini gerçekmiş gibi kabul ettirip daha hızlı ve etkili bir şekilde yayılabiliyor.
Atatürk'e atfedilen uzay kehaneti;
- 22 Eylül 2004 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Hava Kurumu Tüzüğü'ne (s. 6),
- Ankara Barosu'nun hazırladığı Hukuk Gündemi Atatürk Özel Sayısına, 2013, (s. 115-116),
- Kokpit Dergisi, önce 2017, Ekim/Kasım/Aralık, 43. Sayısına (s. 1) daha sonra da 2018, Nisan/Mayıs/Haziran, 45. Sayısına (s. 18-19),
- Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Çalışma Grubu Raporu'na, Ankara (2013), (s. 136),
- Sivil Havacılık Eski Genel Müdür Yardımcısı Oktay Erdağı'nın kaleme aldığı Hava'da Ahkâm 'Türk Sivil Havacılığına İçerden Bir Bakış -1' isimli eserin arka kapağına,
- Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi'ne, Bahar 2010/Sayı: 11, (s. 67)
- E. Hv. Kur. Alb. Dr. Cengiz Tatar'ın Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Havacılığı, isimli çalışması, s.132'ye (2. Basım, 2022) ve daha pek çok çalışmaya benzer ifadelerle girmiş durumdadır.
Atatürk üzerine yoğun araştırmaları ile tanınan Orhan Çekiç de aynı uydurmayı "1938 Son Yıl" isimli eserine taşımıştır. Orhan Çekiç, Atatürk'e ait sandığı bu sözlere hayretimizi kat kat artıran şu yorumu yapmaktadır:
Dediği aynen çıkmış, Rus Gagarin uzaya gönderilen ilk insan olmuş, 12 Nisan 1967 günü dünyayı uzaydan seyretmişti. Yani Atatürk'ün bu iddiayı ortaya atmasından sadece 25 yıl sonra... İnanılır gibi değildi... Ardından Amerikalı 3 astronot, Neil Armstrogn, Michael Collins ve Edwin Aldrin, 16 Temmuz 1969 günü uzay yolculuğuna başlamış, 20 Temmuz 1969 günü Ay'a ulaşmış ve saat 22:56'da Arsmtrong Ay'a ayak basarken dünyaya şöyle seslenmiştir:
Bu benim için küçük, ama insanlık için büyük bir adım...
Neil Armstrong doğru söylüyordu ve Atatürk'ün 33 yıl önceden müjdesini verdiği bir gerçeği doğruluyordu...10
Benzer bir yorumu Sinan Meydan da yaparak sanki Atatürk'ten önce kimsenin aklında Ay'a gitme planı yokmuş gibi aynı uydurmayı kitaplarında defalarca tekrarlar ve şu yorumu yapar:
... İnsanoğlunun Ay'a gidip oradan bize haber yollayacağını belirtmiştir. Bu öngörüsüyle Akl-ı Kemal, çağının çok ötesinde bir deha olduğunu bir kere daha göstermiştir.11
Oysa kendisinin de bildiği üzere asırlardan beri var olan Ay'a seyahat düşüncesi H. G. Wells'in yazdığı "Ay'daki İlk İnsanlar" ve Jules Verne'ün "Ay'a Seyahat" romanlarına konu olmuş, 1902 yılında (Le Voyage Dans La Lune) ismiyle filmi bile çekilmişti. Ay'a gidip oradan bilgiler getirme fikrinin olağan üstü dahi olmakla bir ilgisi yoktur. Atatürk'ü övmek için uydurulan anılar onu yüceltmez, uydurmacıları daha da gülünç duruma düşürür. Neyse ki Atatürk hakkında hurafeler uyduran veya yayılmasına katkıda bulunan Sinan Meydan ve benzerlerine hak ettikleri eleştiri yapılmıştır.12
Atatürkçülük üzerine yazılı/görsel yayın yapan en saygın kurumların ve uzmanların eserlerine bulaşan uydurmalar kim bilir daha ne kadar süre gerçek sanılarak zihinlerimizi işgal edecek? Nedir bu Atatürk'ün Atatürkçülerden çektiği? Atatürk ile halk arasında en büyük engel onun adına anılar ve sözler uyduranlardır dersek hiç de yanılmış olmayız.
Burada mutlaka cevaplanması gereken bir soruyu sormak zorundayız; hatıraların güvenilirliğini nasıl denetleyeceğiz? Bunu iki örnek üzerinden izah edebiliriz; bir yerde cinayet işlendi diyelim, polis katili suçüstü yakalamış, olay netleşmiş ve tüm süreç tutanak ile tespit edilmiş olsun. Aynı hadiseyi, bu rapordan haberi olmayan ve olayı haberlerde izleyen arkadaşınız size anlatsın, şimdi hangisi daha gerçekçi bilgi veriyor? Vakıaya tanıklık eden polis raporu mu yoksa arkadaşınız mı? Elbette ki vakıayı etraflıca kayda alan polis raporu tek sağlam kaynaktır. Bu durumda rapor "Birinci el", arkadaşınız ise "İkinci el" kaynaktır. İkinci el kaynaklar ve diğer tüm söylentiler "Birinci el" kaynaklar tarafından onaylanmıyorsa, onlara uygun değilse hiçbir şekilde asli delil olarak öne sürülemez.
Ya da bir yerde hırsızlık yapıldığını varsayalım, arkadaşınız da bu olaya görgü tanığı olup size anlatmış olsun. Mahkemede hâkim hanginizi şahit olarak dinler, sizi mi yoksa arkadaşınızı mı? Elbette hadiseyi gözleri ile gören arkadaşınızı dikkate alır, sizi değil, siz olayı bilmiyorsunuz sadece anlatılan kadarından haberiniz var. Yanılıp eksik bilgi verme payınız çok yüksek, belki de olayı size anlatan hırsızın ta kendisidir, ama siz bundan emin olmazsınız. Her iki örnekte de anlatmak istediğimiz şudur; hadislere tanıklık etmeyen, o gün orada olmayan, olayları başkalarından dinleyen kişilere/kitaplara kuşkuyla bakın.13
Kaynağı, ilk çıkış noktası belirsiz rivayetleri dayanak edinirsek hem kendimizi hem de bize güvenenleri yanlışa yönlendirmiş oluruz. Tarih incelemeleri gelişi güzel kulaktan dolma, efsanelerle süslenmiş anlatımlar üzerine yapılamaz. Bir konunun hakikatine ulaşmak istiyorsak ciddi alan taraması yapmalı ve ilk elden asıl kaynaklara ulaşmaya çalışmalıyız. Her önümüze konan esere basım tarihi eski diye ya da yazarı meşhur olduğu gerekçesiyle mutlak gerçek gözüyle bakmak ahlaki ve mantıki açıdan son derece sakıncalıdır.14 En önemli hatıratlara bile tahrip gücü yüksek uydurmaların bulaştığını biliyoruz.15
Resmî yazı ve konuşmalara aykırı olan, sadece sözel olarak aktarılıp yazılı kaynaklarda yer almayan; kafiyeyle süslenmiş kelamı kibar türünden veciz sözler ve anıların da kıymeti yoktur, ciddiye alınmamalıdır. Yine aynı şekilde aslına sadık kalınmadan sadeleştirilen/tercüme edilen hatırat kitapları ve belgeler de birer musibet olup kaynak değeri yoktur, delil sayılamazlar.16 Ayrıca anılara intihal, sadeleştirme, sansür ve çelişkili anlatımların karışması da güvenilirliği sarsacaktır.
Anıları kaynak olarak kabul etmenin şartları vardır. Hatıralar öncelikle asıl belgelere uygunluğuna göre kaynak olabilirler. Nakledilen anıların kaleme alındığı dönemde yazılan diğer hatıratlarla birlikte mukayeseli okunması, diğer görgü tanıklarıyla ya da aynı konuda diğer nakillerle desteklenip çelişmemesi gerekir. Uydurmaların önüne ancak bu şekilde geçilebilir.
Anlatılagelen anılar bahsi geçen dönemin kültürel ve siyasi ortamı ile uyumlu olmalı, hadiselerin doğal akışına muhalif olmamalıdır. Ayrıca anılarda geçen konuşmaların hangi ortam ve tarihte kimlere yönelik söylendiği de hesaba katılmalıdır. Yani okuduğumuz bir anı için "Kemalist sistem bunu uyguladı mı, bu hatıranın Kemalist sistem içinde yaşama aktarılmış pratik karşılığı var mı?" diye sormalıyız. Unutmayalım ki fikirler ve inanışlar uygulamalarla hayat bulurlar ve varlıklarını sürdürürler.
Biz, Kemalizm'in resmî görüşleri ile çatışan hiçbir anı ya da hatırayı dikkate almadık. Tekrar tekrar ifade edelim; Kemalizm ve din konusunda dikkate alınması gereken asıl belgeler Atatürk ve çalışma arkadaşlarının devlet görüşü olarak ortaya koyduklarıdır, bunlar bir önceki başlık altında gördüğümüz Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî kurumlarının arşivlerinde bulunmaktadır.
Belirtmemiz gerekir ki; çokça tartışılan, içinde şüpheli, çelişkili ve ağır ithamlar bulunan Rıza Nur'un anılarını, orijinal el yazmalarını inceleme imkânımız olmadığı için kaynak olarak kabul etmiyoruz.17 "Rıza Nur yazıyorsa doğrudur" ya da "o yazıyorsa yalandır" şeklindeki genellemeleri de reddediyoruz. Kimin nerelerde yalan ya da doğru söylediği ancak özgür bir ortamda yapılacak tahlil ve tartışmalar sonucu ortaya çıkar.18
Bu meyanda son olarak şunları da ilave edelim; Atatürk hakkında uydurmaları nakleden herkesi yalancı, intihalci ya da kötü niyetli olarak değerlendirmek isabetli değildir. Herkes yanlış aktarım yapabilir ancak herkesin amacı aynı olmayabilir. Bazıları kasıtlı olarak asılsız nakilleri yayarken bazıları da samimi ama eksik araştırma, belgelere ulaşamama neticesinde yanılmış ve karşısındakini de istemeden yanıltmış olabilir. Pek çok olasılık varken herkesi gelişi güzel yalancılıkla itham etmek isabetsizdir.
Araştırmacı ulaşamadığı belgeden ötürü değil ulaşıp da çarpıttığı belgeden ötürü kınanır. Eleştiri oklarımızın hedefinde bilinçli bir şekilde gerçekleri çarpıtanlar ve uyarıldıkları halde yanlışlarda ısrar edenler vardır. Asıl sorumlu olan aldanan değil aldatandır. Aldananlar daha çok araştırma yapmakla mükellef, hakikat kendilerine sunuluncaya kadar da mazurdurlar.
Footnotes
-
Hatıratlardan yararlanılırken nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda Bkz. Ali Birinci, Tarihin Hududunda Hatırat Kitapları, Matbuat Yasakları ve Arşiv Meseleleri, Dergâh Yayınları, 1. Basım, s. 64-82. ↩
-
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş A.Ş. 1984 Basım, s. 7. ↩
-
Atlas Tarih Dergisi, sayı: 2020/01, Kurtuluş Özel Sayısı 2, Melih Şabanoğlu, İttihat ve Terakki İle Mustafa Kemal, Prof. Dr. Zafer Toprak İle Söyleşi, s. 46. ↩
-
Şu işe bakın ki, uydurmalara karşı bizi uyaran Falih Rıfkı Atay, Çankaya isimli meşhur eserinde gerçekliği bulunmayan, hiçbir kaynakta geçmeyen sözleri Atatürk'e isnat etmiş, eleştirdiği kişilerin konumuna düşmüştür. Bkz: Mevlüt Çelebi, Hatıralardaki Yanlışların Cumhuriyet Dönemi Tarih Yazıcılığında Yarattığı Problemler, Uluslararası Prof. Dr. Halil İnalcık Tarih ve Tarihçilik Sempozyumu c. 1, s. 497-500. ↩
-
Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, s. 159. ↩
-
Bu uydurmanın tenkidi için bkz. Cemil Koçak, Tarih Büyük Harflerle Yazılmaz, Timaş Yayımları, 1. Basım, s. 17-22 ve Emre Kongar'ın bu konudaki makaleleri: https://bit.ly/3qOwLSM ↩
-
Mitomani: Yalan söyleme hastalığı. Bu hastalığa yakalananlar aşırı abartılı yalanlar söyleyerek etrafındaki insanları ikna etmeye çalışırlar. Söyledikleri yalanlara kendileri de inanırlar. ↩
-
Sabiha Gökçen, Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Anıları Kaleme Alan Oktay Verel, Türk Hava Kurumu Yayınları 1982 Basım, s. 64. ↩
-
Atatürk'ün "her şeyi önceden bilen tanrılar üstü bir varlık" olduğunu kanıtlamak için belge uydurmanın amacı ve mantığı nedir? Bu sorunun cevabını ve vicdani muhasebesini siz değerli okurlarımızın akl-ı selimine havale ediyoruz. Hava Kuvvetleri Dergisi, İstikbal Göklerdedir Atatürk Özel Sayısı, Aralık, 1981, Sayı: 280, s. 25-42. ↩
-
Orhan Çekiç, 1938 Son Yıl, Kaynak Yayınları, 3. Basım, s. 268. ↩
-
Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, İnkılap Kitapevi, c. 4, s. 61-69. Aynı uydurma bu kitabın kapağında da mevcuttur. Ayrıca bkz: Sinan Meydan, R. Tayyip Erdoğan'ın "Tarih Tezleri"ne El-Cevap, İnkılap Kitapevi, 12. Basım, s. 133. ↩
-
Doğu Perinçek'in "Jules Verne Ay'a gidileceğini Atatürk'ten mi Öğrendi?" isimli makalesi, Aydınlık Gazetesi (28.01.2013). ↩
-
Birinci el kaynaklardan yararlanma şartları içi bkz: Fatma Acun, "Tarih Kaynakları" isimli makalesi, Tarih Nasıl Yazılır? Tarih Yazımı İçin Çağdaş Bir Metodoloji, Editör: Ahmet Şimşek, Tarihçi Kitabevi, 2. Basım, s. 126-127. ↩
-
Tarih yazımında dikkat edilmesi gereken ilkeler ve bu ilkelerin nasıl çiğnendiğine ilişkin Ali Birinci'nin "Tarihin Kara Kitabı, Tarihçiliğimizde Usul ve Ahlak Meseleleri, Hitapevi Basım Dağıtım" isimli çalışmasını ısrarla tavsiye ediyoruz. ↩
-
Örneğin daha önce değindiğimiz Atatürk'ün ikinci dünya savaşını Amerikan Genelkurmay Başkanı Mac Arthur'a güya bütün detayları ile anlattığı hurafesi, Kemal Arıburnu'nun, "Atatürk'ten Anılar" isimli eserinin, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969 Basım, 336-337. sayfalarında gerçekmiş gibi aktarılmıştır. ↩
-
Sadeleştirirken yaşanan faciaları daha yakından görebilmek için bkz. Yusuf Hakan Erdem, Tarih-Lenk Kusursuz Yazarlar, Kâğıttan Metinler, Doğan Kitap, 9. Basım, s. 30-74. ↩
-
Rıza Nur'un anılarının tenkidi için bkz. Cavit Orhan Tütengil, "Dr. Rıza Nur Üzerine", Üçler Yayını, (1965) ve Turgut Özakman, "Dr. Rıza Nur Dosyası", 1. Basım, Bilgi Yayınlar, (1995). ↩
-
Ancak linç edilme, hapse atılma ve kara propagandaya maruz kalma tehditlerinin yoğun olduğu şu anki Türkiye şartlarında böyle ortamın oluşması pek mümkün görünmüyor. ↩