2. Muhafazakar Yalanlar
Yalanların cazibesi, aydınlığı güneşten daha net olan gerçeklere iltifatı azaltmıştır. Aslında biraz düşünürsek şunu fark ederiz; tarihe, toplumlara mal olmuş önderleri, devrimcileri şeytan gibi göstermek isteyenler, sistemli karalama kampanyalarını her devirde sürdürmüşler, asılsız ithamlarla nefret ettikleri şahsiyetleri gözden düşürmeye çalışmışlardır.
Atatürk’ü yüceltip kutsamak için üretilen masallar ve Kemalist hurafeler olduğu gibi ailesi hakkında üretilen iftiralar da onun aleyhinde uydurulan yalanlardır. Akla hayale gelmedik iftiralarla hakkında pek çok yalan ve uydurma kampanyası yürütülen Atatürk de itibar suikastından payına düşeni almıştır. Atatürk’e itibar suikastları ve iftiralar daha hayattayken başlamış, basın yoluyla hakkındaki ithamlara cevap vermiştir.1 Ancak ölümünden sonra da yalan üretimi durmamış aksine hız kazanmıştır.
Araştırıldığında, Türk ve İslam karşıtları tarafından tezgâhlandığı anlaşılan bu iftiralara en çok itibar edenler de maalesef muhafazakâr kesim ve bu kesime ait olan basın yayın organlarıdır. İftira kime atılırsa atılsın çirkin bir şeydir; iftira mağdurunun yanında olmamız için neye inandığını araştırmamıza gerek yoktur.
Buna karşı tepki olarak Mustafa Kemal’i ölçüsüz seven kitleler de onu, olduğundan daha yüce ve üstün kabiliyetli gösterebilmek için hakkında övgü dolu yalanlar uydurmuşladır. Maalesef her iki taraf da bugün hâlâ kendilerine müşteri bulabiliyorlar. Pek çok lider gibi Atatürk de her asırda ve coğrafyada görülebilen bu aşırı iki ucun sürekli mağduru olmuştur.
Uydurulan bazı efsaneler şunlardır:
- Atatürk’ün Tokyo’ya ve Paris’e cami yaptırması,
- Muhammed (as)’ın kabrini Vahhabilerden kurtarması,
- Filistin için kanımızı dökeriz dediği iddiası ve Anzaklar için “Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana koyun koyunasınız... Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı siliniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” şeklinde mesaj yayımladığı iddiası,2
- Che Guevara çantasından Nutuk çıkması,3
- İngiliz kralının güya Atatürk’ün elini öpmesi,
- Atatürk’e atfedilen “Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır.”4 , “İstikbal göklerdedir.” “Bir gün benim sözlerimle bilimle çelişirse bilimi seçin.”, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” ve “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir.”5 sözleri uydurma olduğu gibi;
- Atatürk’ün kendi cebinden para vererek Kur’an tefsiri yaptırdığı,
- Atatürk’ün hayatında 19 mucizesinin olduğu,
- Mussolini’yi “Dört bin Mehmetçikle Roma’ya girerim.” diyerek tehdit etmesi,
- Atatürk’ün sofrasında 90’ı aşan kral ve devlet başkanının olduğu… Ayrıca uydurulmuştur. 6
Bunların tamamı lazım olduğu yerlerde kullanılmak üzere zamana ve ihtiyaca göre onun adına üretilmiş hurafelerdir. Atatürk uydurmacılığının temelinde onu hataları ve eksikleri olan normal bir insan gibi görememe sorunu yani bir çeşit “görme bozukluğu” vardır. Bu görme bozukluğunun doğal sonucu olarak Atatürk Tanrı gibi düşünülmekte, bir ilaha yakışır şekilde tarif edilip hatadan ve kusurdan münezzeh bir varlık olarak ona iman edilmektedir.
Bu çarpık anlayışın ürettiği bazı efsaneleri daha yakından incelemek yerinde olacaktır. Güya Atatürk şöyle demiştir:
Efendiler, Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil, bilakis bu tip yapılar din ve devlet düşmanı oldukları Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil yüzyıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki: bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek, ama sıra devleti bölüşmeğe geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca unutmayın ki; o gün geldiğinde, her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır.
Atatürk’le ilgili hiçbir resmî kaynakta ve arşivde bulunmayan, yakın çevresinden hiç kimsenin nakletmediği ve hatıralarında yer vermediği bu cümleler özellikle Atatürkçü bir kesim tarafından sonuna kadar kullanılmıştır. Bu uydurma;
- Anıtkabir Derneği Başkanı Şadi Öner tarafından 2015 yılında Anıtkabir Dergisi’nde yer almış (yıl 15, sayı 57, Nisan 2015, s.1);
- Mehmet Türker tarafından “Atatürk’ün müthiş öngörüsü!..” başlığıyla 14 Eylül 2016 tarihli Sözcü’de yayınlanmış;
- Gazeteci Fatih Portakal tarafından 20 Temmuz 2017 günü Twitter’dan paylaşılmış;
- Aydın Milletvekili Hüseyin Yıldız tarafından “doksan yıl önce Atatürk bugünü görmüştü” açıklamasıyla 18 Aralık 2017 günü Meclis’te okunmuş ve CHP sıralarından alkışlanmış;
- 2017 yılı sonlarında CHP Milletvekili Haluk Pekşen tarafından Halk TV’de okunmuştur. Bugüne kadar daha birçok yazar ve ünlü tarafından paylaşılmıştır. 7
Sosyal medya sayfalarında binlerce paylaşım yapan ve beğeni alan bu efsane, halkımızın kaynak sorma merakının olmadığını, yalanlara ne kadar çabuk inandığımızı, ciddi sayılabilecek kişi ve kurumların da insanları yanıltabileceğini ve bilimselliğin yerini duygusallık alırsa aldanmanın ve aldatmanın ne kadar kolay olduğunu fazlasıyla kanıtlamaktadır. Galiba burada şu soru sorulmalı; Atatürk ya da tarih kimlerden öğrenilmez? Pek çok cevabı olan bu soruya en genel ve geçerli cevap şu olsa gerek; Atatürk, yakın tarih veya tarih -kaynak vermeyen, metin tenkidi yapmayan ve ideolojik hırslarının esiri olmuş- sosyal medya yazarlarından öğrenilmez. Sosyal medya tarihçiliği yapanlar bu platformda gördüklerini gerçek zannedip kitaplarına taşıyarak hem kendilerini hem de okurlarını zehirlemiş olurlar.
Yine bunun kadar dikkat çeken bir uydurma da Atatürk’ün II. Dünya Savaşı’nın çıkacağını, tüm detaylarını bilmesi ve savaşı, sanki önceden izlediği bir filmi anlatır gibi 1932 yılında kendisini ziyarete gelen Amerikan Genelkurmay Başkanı’na anlatmasıdır. Atatürk’ü, -tahminlerinin aksi çıkmasına rağmen-8 “Her şeyi bilen” yapabilmek için üretilen, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’ne9 ve diğer ciddi çalışmalara10 dahi girmeyi başaran bu uydurma, bilgi kirliliğinin ulaştığı ürkütücü boyutları ortaya koymaktadır.11 O kadar ki, Atatürk’ün devrimleri üzerine çok ciddi araştırmaları ve tespitleri olan Emre Kongar bile Atatürk’ün sözde II. Dünya Savaşı kehanetini gerçek zannedip çalışmasına dâhil etmiştir.12
Somut bir başka örnek daha verelim. Atatürk’e büyük bir hayranlık duyan ve bu yüzden de Atatürk’ü sevmenin milli bir ibadet olduğunu düşünen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ13 ne yazık ki aşırı duygusallıkla gerçeklerden kopmuş, Atatürk hakkında onu yüceltici gerçek dışı efsanelere kitabında yer vermiştir. İlker Başbuğ “20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk I-II” isimli eserinin ikinci cildinde, Şerafettin Turan’ın ilk basımı 2004 yılında yapılan Mustafa Kemal Atatürk isimli eserinin 658. sayfasından naklen şu iddiayı aktarır:
18 Mayıs 2002’de İtalya’nın Perugia kentinde düzenlenen Türkiye ve Atatürk reformları toplantısında yaşlı bir Norveçli konuk şunları söyledi: “Norveç dilinde ‘Mustafa Kemal Gibi Düşünmek’, diye bir deyim vardır… Herhangi bir problem karşısında çözümü imkânsız olduğu düşüncesi ile hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan (…) zihin tembeli kişilere karşı söylenir bu söz.14
İlker Başbuğ bu alıntı ile -Şerafettin Turan’ın da yaptığı gibi- Atatürk’ün tüm liderlerin örnek alması gereken üstün karakterli bir şahsiyet olduğunu ifade etmek ister. Ancak burada birkaç sorun var… Norveç dilinde günlük kullanımda böyle bir atasözü ya da deyim yoktur, Norveçliler bu ifadeye edebi eserlerinde yer vermezler. Tamamen hayal ürünü bu iddia 2002 tarihinden öncesine gitmez. Sormazlar mı, bu yıldan önce Norveç dili yok muydu? Norveç dilindeki atasözleri ve deyimleri 2002 yılına kadar Norveçlilerin bilmemesi sizce mantıklı mı? Ayrıca bir Norveçlinin kişisel kanaati -ne kadar gerçek bilinmez- tüm Norveç halkına, diline ve kültürüne mâl edilemez.15 Fazla uzatmayalım İlker Başbuğ’un gelişi güzel, aslını araştırmadan yaptığı bu nakil asılsızdır, defalarca çürütülmüştür.16
Atatürk’ü sevmenin ibadet olduğunu düşünenler şunu çok iyi bilsinler ki içine yalan ve uydurmanın bulaştığı hiçbir ibadet hiçbir dinde makbul değildir.
Çok daha tuhaf bir diğer uydurmayı zikretmeden bu bahsi kapamayalım.
Tarih araştırmalarında dikkat edilmesi gereken noktalar ve takip edilmesi gereken yöntemler üzerine kıymetli bir çalışmaya imza atan Yavuz Ercan,17 yaptığı çalışmayla hiçte bağdaşmayacak, mantık kurallarını altını üstüne getiren iddialarda bulunmuştur. Yavuz Ercan “Bizim Atatürk” isimli makalesinde yabancı devlet adamlarının Atatürk hakkındaki değerlendirmelerini naklederken şunları söyler:
1996 yılındayız. Haiti’nin -hani şu deprem olmasaydı, halkımızın %99’unun haritada yerini bile bulmakta zorlanacağı ülkenin- Cumhurbaşkanı Jean Bertrand Aristide ölür. Ölmeden önce Haiti Cumhurbaşkanı bir vasiyet bırakmıştır. 1996 yılında öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetnamenin içinde mezar taşına yazılması için bir metin vardır. Haiti Cumhurbaşkanı’nın bugün mezar taşında yazan kitabenin Türkçesi şöyle: “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm.” Ne yazık ki yetmiş yıldan beri, yetmiş milyonluk Türkiye’de, mezar taşına şöyle bir söz yazdıracak bir Türk devlet adamı çıkmadı, çıkamadı. 18
Bu olayın baştan aşağı uydurma olduğunu söylemek zorundayız. Şöyle ki; Artistide 1996 yılında değil 2004 yılında görevini bıraktı, yani 1996 tarihinde ölmediği için ortada açılan bir vasiyet ya da mezar taşına yazılan bir yazı yok. Dahası var; Artistide bugün hâlâ hayatta…19
Yavuz Ercan hakikatmiş gibi anlattığı bu düzmece hikâye ile tarih bilimini, tarih usulünü ve tarihçilik ahlakını ayaklar altına almıştır. Belgeli ve gerçekçi konuşmanın önemi üzerine eserlerinde sayfalarca yer ayıran bir tarihçinin (!) ortaya çıkarılması bu kadar kolay ve komik uydurmaları anlatması nasıl izah edilir bilemiyoruz. Atatürk’ü asılsız menkıbelerle övmeye çalışırsak kendimizi işte böyle gülünç duruma düşürmüş oluruz. Atatürk hakkında bir yığın asılsız hikâyeye iman edenlerin, şeyhinin keramet masallarına inanan tarikatçı müritleri eleştirmeye hakkı olur mu? Tarih biliminin üstadı sayılanların uydurmaları yaydığı bir ortamda vatandaş gerçeği kimden öğrenecek, kime güvenecek?
Burada sorulması gereken asıl soru şudur; Atatürk’ün kendisine ait olan sözler yeterli gelmediğinden mi yoksa rüyalarınızdaki Atatürk ile gerçeği birbirinden farklı olduğu için mi uydurma hikâyeleri kullanıyorsunuz? Görünen o ki Atatürk hakkında gerçek dışı iddia/ithamlarda bulunmak ve uydurmaları yaymak sadece Atatürk muhaliflerinin değil, onu sevenlerin de kurtulamadığı bir durumdur.20 Örnekte gördüğümüz gibi amaç Artistide’nin mutlu mutlu ölmesi değil Kemalist mitolojiye iman edenleri boş hikayelerle mutlu edebilmektir.
Peki, nasıl oluyor da bu kadar komik duruma düşeceklerini bildikleri halde uzman tarihçilerimiz bile Atatürk hurafelerini yayabiliyorlar? Bunun sebebi şudur; Atatürk araştırmaları genel olarak onu kutsama ve haklı çıkarma maksadına yönelik olduğu için, en ciddi tarih araştırmalarında bile onun hakkında asılsız, saçma ve hayal ürünü anlatılarla karşılaşabiliyoruz. Zihniyet bu olunca onu takdis edecek her övgü yalan ve komedi bile olsa kutsaldır, kullanılmalıdır. Söylemeden geçmeyelim; Atatürk’ün özlü sözleri kendisi hayattayken yaptığı konuşmalardan derlenerek “Gazi’nin Vecizleri” adını taşıyan bir kitapta toplanmıştır.21
Atatürk hakkında en fazla hurafeyi Atatürkçüler yayıyor demiştik. Bu iddiamızı şimdiye kadar kanıtlamış olmakla birlikte çok çarpıcı son bir örnek daha vermek istiyoruz.
Gazeteci yazar Uğru Dündar şunları söylüyor: “…İngiltere başbakanlarından Lloyd George'un anılarını okurken, Büyük Önderimiz Atatürk'ü yeterince anlayamadığımızı, bu nedenle de gerektiği gibi anlatamadığımızı fark etti. “Bir insanı en iyi düşmanı tanır” derler. Lloyd George da Atatürk’ten söz ederken “Onun gibi dâhiler dünyaya yüz yılda bir gelir. O da maalesef Türklere nasip oldu” diyor…”22
Bir diğer yazarımız Hıncal Uluç, L. George’dan şu nakli yapıyor: azılı Türk düşmanı Lloyd George ne dedi, hem de Birleşik Krallık Millet Meclisinde.. "Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi."23
Az önce eleştirdiğimiz İlker Başbuğ’da L. George’un sözünü (!) aynen kitabına almıştır: “O tartışmasız 20. yüzyılın yetiştirdiği ve gördüğü en büyük liderdir. Zamanın İngiltere Başbakanı Lloyd George şu sözleri ile bu gerçeği kabul etmiştir: “İnsanlık tarihi birkaç asırda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğe bakınız ki, beklenilen o dahi, bugün Türkiye’de doğmuştur, elden ne gelebilirdi?”24
Kara Harp Okulu Komutanlığı’nda 14 yıl Atatürkçülük ve Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi eğitimi veren Ali Güler de Atatürk’ün müthiş dehası ispat etme sadedinde bu sözü kullanır: "Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi?"25
L. George’a ait olduğu sanılan ibarelerin yazar değiştikçe değişmesi, nakillerin ve kaynakların birbirinden farklı olması zaten uydurma olduğu gösteriyor.26 Keşke Uğur Dündar okuduğu anıları sayfa numarası vererek bizimle paylaşsaydı, keşke Hıncal Uluç incelediği İngiliz meclis tutanaklarını bize nakletseydi, kaynak verseydi, keşke İlker Başbuğ doğru zannettiği sözü kitabına almadan önce kaynağına bir baksaydı ve keşke Ali Güler asılsız nakille okuyucu kitlesini yanıltmasaydı.
Son örnekte adı verilen yazarların tamamı Atatürkçüdür ve Atatürk’ü en iyi şekilde anlattıklarından gayet emindirler. Ama gelin görün ki eserlerinde Atatürk hakkında uydurmalara yer vermekten de çekinmezler. Toplum bu şekilde yıllarca Atatürk adına Atatürkçüler tarafından bilerek ya da bilmeyerek zehirlendi. Artık Atatürk üzerine bir hurafeyi reddettiğinizde sizi hiç dinlemeden “Atatürk düşmanı” diye yaftalayacak son derece bağnaz bir kitle oluştu, işte bu Atatürkçü yobazlıktır ki dinci yobazlıktan hiçbir farkı yoktur.
Atatürk hakkında bilimsel araştırmaları “5816” tehdidi ile sindirmeye çalışmak ilkelliktir, ortaçağ zihniyetinin çok gerisine düşmektir, bu durum Türkiye için utan vericidir. Bilime, akla ve sorgulama yeteneğine kimse pranga vuramaz, hiçbir kanun insan beyninin soru üretmesini engelleyemez. Okuyan ve eleştirel bakabilen nesiller resmi tarih anlatısının yanlışlarını ve çarpıklıklarını göremeye devam edecektir. Bilgi, birilerinin tekelinde değil tüm insanlığın hizmetindedir, ortak malıdır. “Sadece benim izin verdiğim kadar düşün.” talimatı veren “Bilim/İdeoloji Mafyalarına” ya da “Hurafe Tanrılarına” cesurca karşı tavır şarttır. Aksi halde yalanlar ve çarpıtmalar gerçeğin üzerine gece karanlığı gibi çöker.
Eğer Atatürk sadece asker ve devlet adamı olarak değil insani özellikleriyle anlatılsaydı, nelere kızdığı, nelere güldüğü, giyinirken, konuşurken, okurken, eğlenirken vs. nelere dikkat ettiği aktarılsaydı onu tanımamız daha kolay olurdu. Atatürk’ün doğal hali ile anlatılmaması ona karşı aşırı sevgi veya nefretin doğmasına neden olmuştur. Bu ölçüsüzlüğün baş mimarı da onu sansürleyip kendi hayallerinde süsleyerek anlatanlardır. Şüphe yok ki insan, tanıyamadığı şahsiyetler için kendi zihninde iyi ya da kötü roller biçer. Önemli kişiler hakkında hayali senaryolar üretmenin altında şu iki duygu vardır: sevgi ve nefret. Yani yalanlar tek değil çift kanatlıdır. Bu şekilde kanatlandırılan her tarihi şahsiyet buharlaşıp uçmaya, unutulmaya ya da yanlış anlaşılmaya mahkûmdur.
Şu da unutulmasın ki iftiraların ve yalanların yaygınlık kazanmasının en önemli sebebi gerçeklerin konuşulmaması ya da konuşturulmamasıdır. Tabiat boşluk kabul etmez, gerçeğin olmadığı yere yalanlar saltanat kurar. Atatürk hakkında gerçekleri konuşmayanların yalancılardan şikâyet etmeye hakları yoktur.
Hayallerimizdeki Atatürk ile bağdaşmayan belgelere “uydurma” diyerek bir kalemde silmek, uydurma damgası vurmak kolaycılıktır, gerçeklerden kaçmaktır. Araştırmacının yapması gereken ulaştığı bilgilerin sıhhatini incelemek, tarihteki yerine oturtmak ve Atatürk konusunda, kendi beyanları ve Kemalist ideolojinin resmî yayımlarına sadık kalarak yorum yapmaktır.
Kurgularımız, varsayımlarımız ve temennilerimiz bizi doğruya ulaştırmaz. Tarihçilikte asıl olan konuştuğunu ya da yazdığını belgelendirebilmektir. Atatürk’ün gizemli mitolojik bir kahraman olarak kalmaması için belgeli, bütüncül ve tarihsel akışa uygun olmak koşulu ile onun hakkında herkes, her şeyi konuşabilmelidir.
Footnotes
-
Bkz. Bozkurt Mustafa Kemal ve Atatürk’ün Cevabı, Harold C. Armstrong, Kaynak Yayınları, 2017. İlgi çekici bir diğer çalışma için bkz. İsmet Görgülü, Atatürk’ün Özel Yaşamı Uydurmalar-Saldırılar-Yanıtlar, Bilgi Yayınları, 2. Basım, 2006. ↩
-
Çanakkale’nin kurtuluşunun her yıl dönümünde büyük bir coşku ile okunan, sosyal medyada paylaşımlarında büyük beğeniler alan bu mesajın aslı yoktur. Gerçekte Atatürk bir mesaj yayımlamış ve Şükrü Kaya Aracılığı ile duyurmuştur fakat bu mesaj yukarıda okuduğumuz değildir. “Anzak Mesajı” uydurmasının tenkidi için bakınız: Cengiz Özakıncı, Kalemin Namusu Makaleler -1, Otopsi Yayınları, 1. Basım, s. 687-715. ↩
-
Sayılan ilk dört uydurmayı ve daha başkalarını Sinan Meydan’ın ısrarla yaydığını söylemeden geçmeyelim. Kitaplarına taşıdığı başka hurafeleri de yeri geldikçe tenkit edeceğiz. Ayrıca Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mine Kırıkkanat, Che Guevara’nın çantasından nutuk çıktığı hurafesini twitter hesabından paylaştığında takipçilerinden gelen uyarıya verdiği cevap çok ilginçti: “...Bu da benim küçük, tatlı yalanım. Yalanımı seviyorum.” Yorumu okuyucuya bırakıyoruz. ↩
-
Cemil Koçak, Resmî Tarihe Meydan Okuyorum, Timaş Yayınları, 2. Basım, s. 181. ↩
-
Sina Akşin “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” sözü için şu hükmü verir: “Sonradan ortaya çıkan, düpedüz uydurma.” Bkz. Sina Akşin, “Atatürk`ün Dış Siyaset Modeli” isimli makalesi, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1999 Basım, s. 277, 9. dipnot. Çetin Altan bu uydurmanın ortaya çıkış serüvenin detayları ile yazmıştır. Bkz: Çetin Altan, Atatürk’ün Sosyal Görüşleri, İnkılap Yayınevi, 1999 Basım, 72-76. ↩
-
Bu iddialar son derece yaygındır ama hiç birinin kanıtı yoktur ve içerikleri telifi imkânsız çelişkiler taşır. “İddia eden ispat ile mükelleftir” prensibi uyarınca ilgili maddelerden birisinin doğru olduğu kanıtlanırsa düzeltme yapacağımıza söz veriyoruz. ↩
-
Aydınlık Gazetesi - 15 Ağustos 2020, tarihli manşetten verdiği haber. ↩
-
Atatürk (1932’den 1942’ye kadar) “Önümüzdeki on yıl boyunca savaş çıkması imkânsız” demiştir. Oysa savaş vefatından 5-6 ay sonra 1939 yılında başlamıştır. Bkz: Cemil Koçak, Geçmişiniz İtinayla Temizlenir, İletişim Yayınları, 7. Basım, s. 47-50 ve Atatürk-Mac Arthur Görüşmesinin İçyüzü Bir Soğuk Savaş Yalanı, Cüneyt Akalın, Kaynak Yayınları. 1. Basım. Atatürk vefatından birkaç ay önce 1942 yılına kadar savaş beklemediğini Celal Bayar’a da söylemiştir. Bkz: Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, Sel Yayınları, 1955 Basım, s. 85-87. ↩
-
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, c. 3, 2. Basım, s. 94, (Derleyen: Nimet Arslan). ↩
-
Mustafa Bıyıklı, Mustafa Kemal Paşa’nın Dış Politika Konuşmaları, Hiperlink Yayınları, 1. Basım, s. 112-114, Nusret Baycan, Atatürk ve Askerlik Sanatı, Genelkurmay Başkanlığı, Genelkurmay Basımevi, 1985 Basım, s. 62 ve Kültür Bakanlığı Yayınları -2, Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Cumhuriyet Dönemine Ait 100 Belge, 1923-1938, c. 2, s. 77-79. (1981). ↩
-
Aydın Keleşoğlu, Atatürk’ün Öngörüleri, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, s. 99-109. Kaynak Yayınları bu sözde görüşme iddiasını şöyle eleştirir: “Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in 27 Eylül 1932’de Amerikan Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur’u kabulünden 19 yıl sonra, Gazi’nin “Rusya’nın ve Bolşevizmin hem Avrupa hem de Asya için büyük bir tehlike olduğuna” dair sözde görüşlerine yer veren bir görüşme metni imal edilmiştir. Bu metin ilk olarak Ağustos 1951'de Kafkasya (Der Kaukasus) dergisinde yayımlanmıştır. Türk Haber Ajansı tarafından yerli basına verilmiş ve 8 Kasım 1951'de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır. Daha sonra Atatürk’ ün Söylev ve Demeçleri III’te (Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayımları, Ankara, 1954, s.92-94) yer almıştır. Oysa: 1- Görüşme metni, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal hayatta iken yayımlanmamıştır. 19 yıl sonra ortaya çıkmıştır. 2- Türkiye devlet arşivleri ve ABD arşivlerinde böyle bir metin yoktur. 3- Metnin ilk yayımlandığı Kafkasya (Der Kaukasus) dergisinde görüşme tarihi bile yanlış verilmiştir. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ile General Mac Arthur’un 1931 yılında görüştükleri yazılmıştır. 4- Kafkasya (Der Kaukasus)’ta uzun bir görüşme yapıldığı ve görüşmenin 1 saat 20 dakika sürdüğü yazmaktadır. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal 27 Eylül günü Türk Dil Kurultayı’nın ikinci gün çalışmalarını izlemektedir ve Amerikalı misafirleri karşılamak üzere 16.50’de Kurultay’dan ayrılmıştır. General Mac Arthur’u saat 17.00’de kabul eder ve beraber Kurultay’a dönerler. General Mac Arthur, Kurultay’ın kapanış saati olan 18.20’de Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılır. Görüldüğü gibi Kafkasya (Der Kaukasus)’ta yazılanın aksine Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ve General Mac Arthur 1 saat 20 dakika süren uzun bir görüşme yapmamıştır. 5- Görüşmede öne sürülen fikirler Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in dış siyaset ilkeleriyle ve Sovyetler Birliği’ne dair fikirleriyle uygunluk taşımamaktadır.” Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 1. Basım, c. 26, s. 37. ↩
-
Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplum Bilimi Açısından Atatürk, Remzi Kitapevi, 16. Basım, s. 141-142. ↩
-
İlker Başbuğ, 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk”, Remzi Kitap Evi, 1. Basım, 2012, c. 2, s. 312. ↩
-
İlker Başbuğ, 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk”, Remzi Kitap Evi, 1. Basım, 2012, c. 2, s. 279-280. ↩
-
“İkinci Dünya savaşı kehaneti” ve “Norveç deyimlerinde Mustafa Kemal” uydurmasına eserlerinde yer veren bir diğer yazarımız da Sinan Meydan’dır. Bkz: Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, İnkılap Kitapevi, 3. Basım, s. 45, 47. ↩
-
Taylan Kara, Edebiyatla Ahmaklaştırmak Felsefe İle Çökertmek, Bulut Yayınları, 2. Basım, c. 1, s. 89-97. Ayrıca: Benan Çetin, "Atatürk gibi düşün Norveç atasözü deyimi yok!” isimli, 21.08.2012 tarihli makalesi, https://bit.ly/3tuxdXw ↩
-
Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, 2019 Basım. ↩
-
Yavuz Ercan, Belgi Dergisi: Pamukkale Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, yıl. 2011, sayı. 2, s. 128. ↩
-
Taylan Kara, Edebiyatla Ahmaklaştırmak Felsefe İle Çökertmek, Bulut Yayınları, 2. Basım, c. 3, s. 118-121. ↩
-
Attila İlhan, Hangi Atatürk, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 21. Basım, s. 164-165. ↩
-
Cumhuriyet Gazetesi Mesul Müdürü, İstanbul Cumhuriyet Matbaası, 1930 Basım, Yayına Hazırlayan: M. Agâh. ↩
-
Uğur Dündar, “Atatürk geldi!” başlıklı köşe yazısı, Sözcü Gazetesi, 30 Ekim 2015. ↩
-
Hıncal Uluç, “Atatürk’e dil uzatanlara” başlıklı köşe yazısı Sabah Gazetesi, 17 Mart 2009. ↩
-
İlker Başbuğ, “20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk”, Remzi Kitap Evi, 1. Basım, c. 2, s. 305. ↩
-
Ali Güler, Sarı Paşa İnsan Atatürk, Berikan Yayınevi, 2007 Basım. ↩
-
Bkz: https://bit.ly/3r8NO3v (Lloyd George’un Bir Vecizesinde Atatürk Hakkında “Dahi” Dediği İddiası - Malumatfuruş). ↩